登入選單
返回Google圖書搜尋
İSLÂM BİLGİNLERİ KURUMU (Majelis Ulama Indonesia, EMUI) IŞIĞINDA ENDONEZYA
註釋

ÖNSÖZ (BİRİNCİ BASKI)

       Devlet Başkanı Suharto‟nun verdiği emir uyarınca 26 Temmuz 1975 günü ilk kurultayda üyelerin aldığı karar ile Cakarta‟da kurulan; yasal ve mevzuata dayalı zemini; emir (perintah)  süreceli kurultay (rakerda, rakernas) ve çalıştaylarda (rapat) belirlenen; hemen hemen her şeyine kendisi karar veren, tabir caizse kendi göbeğini kendisi kesen, devlet içinde devlet ayrıcalığı ve dokunulmazlığına sahip konumda Endonezya İslâm Bilginleri Kurumu kitabımızın konusudur. Kurum; İslâm ülkelerindeki gelişmişlik ve yasal düzenek üretme yeteneği düzeyini göstermesine rağmen; İslâm ümmeti, kardeşliği gibi ülküsel İslâm davası avazelerinin neden bir hayal olmaktan öteye geçmeyen zorlama olduğunun da ölçeği olmaktadır. Millet olamayanlar nasıl ümmet olur diyemeyecek kadar cahil bir ülema elinde İslâm dünyası; 12. Asırda yaşamakta ama 22. Asra hükmedecek kadar tacir kurnazlığını geliştiren din bilgini (ulama) devlet adamı (umaro) asker (militer) üçlüsünün elinde azap çekmektedir. Çelişki yamandır. Çelişkiyi aşamayan İslâm halkları; çareyi sadece ve sadece kendi ayakları üzerine dikilebilecek bir akıl sermayesine sahip olduğunu görecek kadar yakın bir boyun-beden arası mesafe kadar uzaklığı asırlardır aşamamıştır. Dini olanın milleti olması gerektiğini idrak etmesini zorlaştıran bir İslâm zihniyeti, dini var, milleti yok mesabesinde telâkki edilmektedir. Böylece ülkesi ve milleti olmayan bir din daha rahat sömürülmeye ışık tutmaktadır. Endonezya İslâm Bilginleri Kurumu (MUI) çoğunlukla sıcak kuşak üzerinde yerleşmiş İslâm ülkelerinin en büyüğü olan Endonezya‟da din zihniyetinin ürünü olduğu kadar; resmi din veya devlet dini İslâm kavramına da güzel bir örnek olarak hayatiyetini sürdürmektedir. Endonezya Din Bilginleri Meclisi, (MUI) fetva veren dini kurum olarak bir ruhban organına benzer. Üst kurumu olmayıp kararları kesindir. Temyiz edilemez. Endonezya sosyal ve siyasi hayatında etkili olup özellikle dönemin Devlet Başkanı Suharto’nun emriyle kurulmasına rağmen düşmesinde etkili olan organizasyon olarak değerlendirilmektedir. Arap, Avrupa ve yerli Hindu- Budist kültürünün etkisinde olan Endonez din adamlarının (kiyai, ustad, penghulu habib) gibi çok işlevli sınıfların öncülük ettiği Endonezya İslâm zihniyeti ile Arap, İran etkisinde olan Türkiye din zihniyetini karşılaştırdığımızda dini örgütlenme ve zihniyeti sanki iki ayrı din imiş gibi izlenim bırakmaktadır. Temizlik kavramından, örgütlenmeye, günlük yaşamda ibadet olgusundan dini günlere, cami mimarisinden giyim kuşama kadar, özellikle hanımların konumu ve cemiyet içindeki yeri bakımından birçok konudaki aşırı farklılık bizi konuları teker teker ele alıp incelemeye itti. Majelis Ulama Indonesia bize aynı dini kaynaktan beslenen ama adeta farklı iki din gibi yaşayan iki kardeş milletin birbirlerini tanımasına tanıklık edecek verileri sunmakta; özellikle olumsuz serdettiğimiz görüşlerin yanısıra olumlulukları da bir arada düşündüğümüzde okuyucudan yalanı yok, yanlışı var çizgisindeki beklentimizi açıkça beyan etmekteyiz. Yalan-yanlış noktasında özellikle vurgulamak istediğimiz şudurki; İslâm bayrağını elinde sallayan ve dini iştihayla her şeyi mübah görerek yalan ve palavraları peş peşe insafsız ve vicdansız bir din ölçeği içinde yazanların bu millete özür borcu vardır, en azından. Mezkur tespitimizin yanısıra çalışmamızda yaptığımız ve yapabileceğimiz hata ve yanlışları da bir arada düşünerek değerlendirmenizi isteriz. Gerek Endonez ve gerekse Türk okuyucusuna duyurmak isterizki; lâikliğe iman derecesinde intisap etmiş satır yazarının açık yüreklilikle kaleme aldığı bir mütevazi bir eser olarak görülmesidir. İslâm dini ilmihal ilkeleri üzerinde faraziyede uzlaşmalarına rağmen uygulamada gerek ülke içinde gerekse İslâm dünyası ülkeleri arasında dağlar kadar farkı gördükten sonra Endonezya üzerindeki değerlendirmelerimizi insaf ve vicdan, insan ve tabiat ölçüsü içinde çerçevelemek için gayret gösterdik. Din adamlarını din -ikbal, nefis - para ikilemleri içinde; çoklu seçenek ortamında görmek istediğimiz yerde görememenin verdiği sıkıntı ve özellikle düşünmeye ve felsefeye düşman, adeta yasak ve İslâm dairesi içinde gördükleri her şeyde aklın durduğu bir Dünyada yazı yazmanın hassaten düşünmenin asıl görevimiz olduğunu da hiç unutmadık. İslâm dünyasında her yerde rahatlıkla görebileceğiniz şeriat kavramı arkasına saklanma ve şeriat dokunulmazlığı içinde nesillerin beyinlerini dumura uğratarak fildişi kulelerinden ahkâm sallayan din münevverleri aslında her gün yaşanmakta olan “Dekameronun Aşk Hikâyeleri” inkılâbını hatırlatacak derecede skandal ve utanmazlığı da aynı satırların akra yüzünde göreceğimizi söyleyebiliriz. Konulara derinlemesine girdiğimizde satırların iğrenç ve düşündürücü yazılarla dolup taşacağından emin olunuz. “Bize izin vermezler‟ diyen aşağılık duygusu içindeki İslâm devlet adamları ve münevverlerine diyecek bir sözümüz var: İradenize kimse hükmedemez. Sadece istemek ve istemektir asıl olan. Ardından da adam kayırmadan (nepotisme) örgütlenmek. Yani millet olmak, millet. Cemaat ve tarikat yolcusu değil. Milletin bir neferi olmak. Hepsi budur. Ancak özellikle vurgulamak istediğimiz Avrupa milletlerinin 7-13. Asır sürecinde 500 yılda öğrendiğini biz İslâm milletleri olarak 12-21. Asır arasında öğrenip talim edemedik. Oysa insanlık nereye gidiyorsa Avrupa da Türkiye de Endonezya da oraya gidiyor. Farklı bir yere gitmiyor. Avrupa’nın kanla, intikamla yazılmış lâiklik tarihini Türkiye 100 senede ancak kıyafetlere giydirebildi. Ruhlara işletemedi. Endonezya’da bu da yok. 14 yaşında 1800’lü yılların başlarında İngiltere’den yola çıkan ve aylarca süren yolculuktan sonra Endonezya adalarına vardıktan sonra eserlerini yazan ve ilk kez Indonesia diye bir ülkenin dünyada varlığını kanıtlarcasına adını üreten; George Samuel Windsor Earl (1813-1865) babasından veya dedesinden izin almış olabilir. Yabancı devlet adamlarından ve İngiliz olmayan birisinden izin almadığı kesin idi. Böylesi yüzlerce örnek ve tarihi gerçek önümüzdedir. Palavra sıkmak ve hindi gibi kabarıp övünüp durmaktansa aklımızı kullanmaya, kendimize olan güvenimizi tazelemeye ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu düşünelim. ‘Bize izin vermezler’ diyen zihniyet ile İslâm ilmihaline son derece saygılı ileri ülkelerin kafa yapısı, birbirini tamamlamaktadır. Sonuçta fakir ve cahil müslüman yığınların çoğunlukta olduğu sıcak kuşak üzerindeki İslâm ülkelerinde tacir zihniyetli İslâm egemen olup mali gücü elinde tutanların şeriat zihniyeti ile idare edilmektedir. İslâm Dünyası “adı var kendi yok” mesabesinde, ülkesel örgütlenmenin olmadığı, bir zulüm ve boşluk, yolsuzluk ve adam kayırma, kıtalleşme ve nefsaniyetin hakim olduğu, hükmeden, yöneten asker ve devlet adamlarının din adamlarıyla birlikte çarkı çevirdiği, halk ve insanın olmadığı, tabiat ve çevrenin ise hiç bulunmadığı bir dünyadır. Hal böyle iken İslâm dünyasından bir beklenti içinde olmak ve bunu vurgulamak ise İslâm aydınlarının kendilerinde olmayan güvenlerini karşılarında aramaktan başka bir şey değildir. Adam olmamız için önce aklımızı kullanmamız gerekiyor. İslâm dünyasında bir “Dekameron’un Aşk Hikâyeleri” yazılmamıştır, ama her gün yaşanmakta olan bir dramın gerçek yüzüdür, 21. Asrın ortalarına doğru ilerlediğimiz bu günlerde. 12. Asırda kendisini yargılayabilecek gücü bulabilen bir İtalya ile hala kız çocuklarına nasıl tecavüz edileceği, evet nasıl tecavüz edileceği hususunda fetva veren Şii ülemasının olduğu bir İslâm dünyasının kaçıncı asırda yaşadığını düşünmenin zamanı geldi de geçiyor bile.  Tanrı İslâm dinini birbirimize zulmedip, kadınların nasıl motosiklete bineceği, 12-15 yaşında ortaokul ve lisede okuyan kız çocuklarının bekâret testi (keperawanan test) zulmüne alet edileceği, kız çocuklarının 9-13 yaşlarında nasıl gözde olarak haremlere katılacağı, erkeklerin nefsaniyetine hizmet eden varlıklar dışında görmediğimiz analarımız, kızlarımız hakkında için onların dışında herkesin karar vereceği bir din olarak bize vazetmedi. Bütün bunlar İslâm bilgini (ulama)  aracılığı ile devlet adamları (umaro) tarafından uygulanmaktadır. Aynı Kuranı okuduğumuz halde bizim okuduğumuz Kuran’da bunlar yazmıyor diyoruz. Eğer elinizdeki bu kitap İslâm dünyasında bir uyanış ve reform zihniyetinin tohum bulup serpilmesine ve yerleşmesine bir küçücük adım olacaksa çok mutlu olacağız. Buna ekmek su gibi ihtiyacımız var. İslâm münevverinin ihtiyacı olan olmazsa olmaz gerçek şudur: “Gezip gördükleri İslâm dünyasında neler olduğunu gözlemleyip yazmalarıdır.” Evet hepsi budur. Ne gördüklerini yazmalarıdır. Yoksa “ideologya örgüsü” üretmek değil. Önce gerçekleri yazsınlar. Böylece hem kendilerine hem de diğer müslümanlara olan saygılarını keşfetmiş olacaklar. İçinde insan olan dini keşfedince de çözüm arama yoluna girmiş olacaklar.  Yoksa Suudi Arabistan kralı ziyaret edecek diye 350 milyon dolarlık sarayı çöl ortasına diken “seyit” (murabıt) sıfatlı Fas Kralı’nı yazmak için ne kadar daha bekleyeceğiz? Aramadıklarımız aslında görmek istemediklerimizdir.