Zeynep, karşı komşularının zilini çalarken içi burkuluyor,
parmakları titriyordu. Zili çalmakla çalmamak
arasında gidip geliyordu. Ya teklifini kabul etmezlerse,
çok ayıp olacaktı doğrusu. Eşi ile bu konuyu telefonda uzun
uzun tartışmışlar, başka bir yol bulamamışlardı; yoksa asla böyle
bir ricada bulunmaya kalkışmazdı. İstanbul’da çocuklarını emanet
edecek kimseleri yoktu. Ne bir akraba, ne bir tanıdık, ne bir
hemşehri. Çaresizlik içindeydiler. Karşı komşularından başka
kimse gelmiyordu akıllarına. Ama, ya kabul etmezlerse diye bir
endişe vardı içinde Zeynep’in. Gerçi, komşuları çok candan bir
çiftti. Evlenip bu apartmana taşınalı üç dört ay kadar oluyordu.
Bu kısa süre içinde samimi olmuşlar, haftada en az iki gün bir
araya gelmeye başlamışlardı. Fırat, Zeynep’in eşi Emre ile aynı
bankada müfettiş olarak çalışıyordu. Eşi Su ise iletişim fakültesinden
muzun olmuş, iş aramakla meşguldü. Çocukları çok seviyorlardı.
Su da Fırat ta çocuk sahibi olmak için can atıyorlardı.
Zaten, kapılarını çalma konusunda Zeynep’i cesaretlendiren de
onların çocuk sevgisi idi.
Zil sesinden kısa süre sonra Su, kapıyı açıp Zeynep’i görünce
yüzü güldü, kolundan tutup içeriye buyur etti. Karşılıklı koltuklara
oturdular. Su, birer sabah kahvesi yaptı. Şundan, bundan,
apartmanın asansör arızalarından, iş bulmanın güçlüklerinden
söz ettiler. Kahveler bitince Zeynep mahcup bir eda ile asıl konuya
girdi:
“Sizden bir ricam olacak... Çok zor durumdayım Su, yoksa
size gelmezdim. Nasıl diyeceğimi bilmiyorum... “
“Bak şimdi, ben de merak ettim... Haydi anlat, neler oluyor?”
“Biliyorsun annem Ankara’da tek başına yaşıyor. Ablam Almanya’da.
Benden başka kimsesi yok annemin ...”
“Eee… Bir şey mi oldu annene?”
“Dün banyoda düşmüş.... Kalçası