Kerîm, hakîm, azîz ve mecîd olan mübarek kutsal kitabımız Kur’an, Allah’ın insanlara apaçık nuru ve burhanı olup, insanın dünya ve ahiret saadetini sağlayan bir hidayet ve kurtuluş rehberidir. Hakkı batıldan, helali haramdan, doğruyu yanlıştan ayıran, insanları küfür, şirk, dalalet ve cehaletin karanlıklarından, imanın dosdoğru yoluna dünya ve ahiret saadetinin aydınlığına çıkaran, hakka ve sırat-ı müstakime götüren bir kitaptır.
Kur’an, öğüt alanlar, anlayanlar, bilenler, aklını kullananlar ve tefekkür edenler için ayetleri tafsil edilen bir kitaptır. Ayrıca Kuran, zalimleri, inkâr ve isyan edenleri Allah’ın azabıyla uyarır ve korkutur; iman edip salih amel işleyenleri ve ihsan sahiplerini de cennetle müjdeler. Bunun için emirler verir ve yasaklar koyar. İman esaslarını, ibadetleri, muameleleri, cezaları, helalleri, haramları, güzel ve çirkin ahlakın esaslarını bildirir.
Yine Kur’an, Müslümanlar ve müminler için bir rahmet, hidayet, müjde, nasihat ve şifadır. İnsanlar için gerekli olan her şeyi açıklamış ve gerekli olan her türlü misali vermiştir. Yaş ve kuru, küçük ve büyük ne varsa onda mevcuttur.
Geçmiş milletlerin ve kavimlerin başına gelen olayları kıssalar hâlinde anlatır; geçmişten ve gelecekten haberler verir. Akıl sahiplerini ibret ve ders almaya, derin derin düşünmeye sevk eder.
Esasen kendisi belagat yönünden taklidi asla imkânsız bir mucize olduğu gibi, içinde ilimlerin gelişmesiyle ve zamanla anlaşılan sayısız mucizeleri bildirmiştir.
Kur’an’ın tefsiri için bazı ilimleri bilmek ve öğrenmek gerekir. Ayetlerin iniş sebeplerini bildiren “Esbâb-ı Nüzül”, nesheden ve neshedilen ayetleri bildiren “Nâsih ve Mensûh”, surelerin, ayetlerin iniş yerlerini bildiren Mekkî ve Medenî, anlamı açık, şüphesiz ve kesin olan ayetlerle, anlamı kapalı olan ve birden fazla anlama gelen ayetleri bildiren “Muhkem ve Müteşabih”Arapçada birçok anlamda kullanılan müşterek yani çok anlamlı lafızlar ve kelimeler ile birçok kelimenin aynı manada kullanılmasını açıklayan “Vücûh (Eşbâh) ve Nezâir” ilimleri bunlardan birkaçıdır.
Kıssalar yani “Kısasu’l-Kur’an” da tefsir için şart olan Kur’an ilimlerinden bir ilimdir. Kıssalar Kur’an’ın yaklaşık yarısını oluşturmaktadır.
“Bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek” “Birine bir sözü beyan etmek” “anlatmak, hikâye etmek” anlamlarına gelen “kıssa” fiili, “olayları adım adım izleyerek noktası noktasına bildirmek” demektir. Ancak “kıssa” ile “hikâye” arasında fark vardır. Her kıssa olmuş bir olaydır ancak hikâye olmamış bir olay da olabilir.
Kıssalar, Peygamberler tarafından “Tevhid”in ümmetlere tebliği ve İslam’a daveti, buna karşılık ümmetlerin hâl ve hareketlerini, inkâr ve isyanları yüzünden başlarına gelen azapları anlatır.
Maksat duygulara hitap ederek insanları düşündürerek Hak, hakikat, doğru yola ve adalete davet edip onlara ders vermek ve ibret almalarını sağlamaktır.
Gaye Resulullah’ın (s.a.v) peygamberliğini ispat etmek, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin “Tevhid” mücadelesi verdiğini ve İslam’ı tebliğ ettiğini göstermek, Resulullah’ın (s.a.v.) ve müminlerin kalplerini takviye etmek, karşılaştıkları zorluklara, sıkıntılara, eziyet ve işkencelere katlanmalarını, Allah için sabretmelerini kolaylaştırmak ve teselli etmektir.
Âdem (a.s.), Nûh (a.s.) ve Mûsâ (a.s.) ile ilgili kıssaların tekrar tekrar verilmesi aynen ve kuru bir tekrar olarak görülmemelidir. Olayın öncesi ve sonrası, surenin mana ve muhtevasına göre her tekrarda değişik ayrıntılar eklenmiş, konu farklı bir üslupla anlatılmıştır. Olayların anlatımı arasında nasihat, ders, ibret ve irşat ifade eden sözler zikredilmiştir.
Nitekim Kur’an’da bazı surelerde bazı ayetler de çokça tekrar edilmiştir.
78 ayetten oluşan Rahmân suresinde “Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?”ayeti 31 defa; 50 ayetten oluşan Mürselât suresinde “Yalanlayanların o gün vay hâline!” ayeti 10 defa; 55 ayetten oluşan Kamer suresinde, “Yemin olsun ki (biz), Kur’an’ı nasihat alınsın diye kolaylaştırdık; o hâlde bir nasihat alan var mı?” ayeti 4 defa aynen tekrarlanmıştır.
Bu ayet tekrarları da aynen kıssalardaki tekrar hikmeti gibi tesir, ikna, hatırlatma, ikaz ve ıslah için yapılmıştır. Edebiyatta “tekrir” sanatının gayesi de budur.
İnsanlar tarih boyunca kıssalardan hisse almakta, ibret ve ders almakta pek başarılı olamamışlardır. İbret ve ders alınmadığından olayları meydana getiren sebepler daima tekerrür edip durmuştur.
İnsanlar şeytanın da telkiniyle nefislerinin heva ve heveslerine uymuşlar, geçmiş ümmetlerin başlarına gelenleri bildikleri hâlde akıllarını kullanmadıklarından aynı sebeplere dayanan aynı akıbetlerle karşılaşmaktan kurtulamamışlardır.
Bunun sebebi, nefsani ve şeytani düzenlerinin, zulüm, haksızlık, adaletsizlik, sömürü, menfaatçilik, kibir, enaniyet ve ahlaksızlığa dayanmasıdır. “Tevhid” inancının bu batıl düzenlerini yıkacağından, hak, adalet ve eşitliği getireceğinden, makam mevki, efendi köle ve menfaat düzenlerini ortadan kaldıracağından imana gelmemişler, Hak ve hakikati bile bile inkâr etmişlerdir. Böylece dünya azabını ve helaki hak etmişlerdir; kâfirler ve müşrikler olarak ahirette sonsuz cehennem azabıyla ebedî hüsrana uğrayacaklardır.
Ayrıca insanların peşine, hazıra, elde olana yani dünyaya rağbet etmelerinin, ahirete, gayba ve gelecekteki mükâfat ve ebedî saadete önem vermemelerinin tesiri de vardır. Yani peşin nefsani hazları, zevkleri ve lezzetleri ahiretteki ebedî nimetlere tercih ederek haramlara ve günahlara rağbet etmeleridir. Akılları anlayışsız, gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri kapalı kılan bu nefsani ve şeytani düşünceler ve duygulardır. İnsanlar böylece azgınlaşmakta, doğru yoldan sapmakta ve azaplardan ve helaklerden ders ve ibret almamaktadırlar.
İşte bu sebeplerden dolayı tarih tekerrür edip durmaktadır. Mehmed Âkif bunu ne güzel ifade etmiştir:
KISSADAN HİSSE
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
"Târîh "i "tekerrür" diye ta'rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Mehmed Âkif
KISSADAN HİSSE’YE NAZİRE
Tarîhe verir kıssaların hissesi ibret;
Almaz ki akıl ibreti, etmez ki tefekkür!
Hep aynı sebeplerle çıkar aynı sonuçlar!
İbret alınan kıssa eder miydi tekerrür?
Murat Yüksel
Kur’an Kıssaları hakkında Türkçe fazla eser bulunmamaktadır. Hâlbuki Kur’an’ın yarısına yakını kıssalardan oluşmaktadır. Bu kıssaları ve çıkarılacak hisseleri, alınacak ders ve ibretleri, tarihin tekerrür etmemesi için yapılması gerekenleri ve alınacak tedbirleri bilmek bir Müslüman için en önemli dinî görevlerden biridir.
Çünkü Kur’an hükümleri, emirleri ve yasakları, hak ve hakikatleri kıyamete kadar sürecek ebedî bir kutsal kitap olduğu gibi kıssaları da kıyamete kadar gelecek nesillere bir ders ve ibret aynasıdır. Her devirde, her yerde ve zamanda kıssalardan alınacak dersler ve ibretler, çıkarılacak hikmetler vardır. Tarih devamlı tekerrür edip durmaktadır.
Örnek olarak Yûsuf (a.s.) kıssasını ele alalım:
Yûsuf (a.s.) kıssası Kur’an’da “Ahsenü’l-kasas” yani” kıssaların en güzeli” olarak anılmaktadır. Gerçekten bu kıssa kıssaların en güzeli olduğu gibi bütün ders, ibret ve hikmetleri de “güzellik” üzerinedir.
Yakûb (a.s.) oğlu Yûsuf’un güzelliğine olan tutkudan, hasretten ve ağlamaktan gözlerini kaybedecek derecede aşırı sevgisinden, bu sevgiyi diğer oğullarından esirgeyişinden, sevgide hak ve adalete uymadığından, fakat en önemlisi, Allah sevgisi yanında o sevgiye eş olabilecek, “Tevhîd”e aykırı bir muhabbetten, sevdiğinden yani İsmâîl’inden (a.s.) İbrâhîm (a.s.) gibi Allah için kurban ederek vazgeçebileceğini ispat edemediğinden, Yûsuf’tan (a.s.) yıllarca ayrı kalmış, firakın ateşiyle yanmış ve en büyük imtihanı bu sevgiden olmuştur.
Yûsuf’un (a.s.) kardeşleri ise “güzelliğe” olan hasetlerinden dolayı, kardeşlerini öldürmeye teşebbüs etmişler, bu düşmanlık sebebiyle bir ömür boyu babalarının sevgisinden mahrum olmuşlar, aile huzursuzluğunun acısını yaşamışlar, hayatı kendilerine ve ailelerine zehir etmişlerdir. Fakat sonunda suçlarını itiraf ederek pişman olmuşlar, af ve mağfiret dilemişlerdir. Kardeşlerin “güzellik”le imtihanları da böyle olmuştur.
Bülbülü kafese koyan sesinin güzelliği olduğu gibi, Yûsuf’u da (a.s.) “güzelliği” kuyuya atmış, “güzelliği” köle olarak Mısır Azîz’inin sarayına götürmüş, “güzelliği” Zelihâ ile imtihan etmiş, “güzelliği” Mısır’ın aristokrat kadınlarının şehvet fitnesine muhatap etmiş ve yine “güzelliği” zindana düşmesine sebep olmuştur. Fakat onu zindandan çıkaran sureti değil sireti olmuştur. Yani peygamberliği, güzel ahlakı, rüya tabirindeki ilim ve hikmeti olmuştur.
Zeliha da “fani, mecazi ve maddi güzelliğin” şehvetiyle bir ömür yanmış, bütün servetini bu uğurda harcamış, yaşlanmış, düşkün hâle gelmiş, azap çekmiş ve bu haram olan aşkın bedelini acı, hasret ve zilletle ödemiştir. Ancak “fani, mecazi ve maddi güzelliğe” samimi ve ihlasla bağlandığından, bütün maddi ve manevi varlığını o güzelliğe feda ettiğinden ve bütün bir ömrünü o güzelliğe olan hasretin ıstırabı ve azabıyla geçirdiğinden, sadakat ve sabır imtihanını başarıyla verdiğinden, sonunda Yûsuf’a (a.s.) kavuşturulmuş, imanla şereflenmiş Yûsufla (a.s.) evlendirilmiş ve gençliği ve güzelliği kendine iade edilmiştir. Zeliha haramdan helale, dalaletten hidayete, küfürden imana, ihlas ve sadakatten vuslata uzanan ve saadetle sonlanan çetin bir imtihandan geçmiştir.
Bize düşen bu kıssadaki doğru, iyi ve güzel olan işleri yapmak, yanlış, kötü ve çirkin olan işlerden de sakınmaktır.
Fazlı Al ve Mustafa Pekel dostlarım olan iki yazar ve şairdir.
Fazlı Al, edebiyat öğrenimi gören, liselerde edebiyat öğretmenliği yapan, İmam-Hatip’ten aldığı temel dinî bilgileri geliştiren, emekli olduktan sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde din görevlisi olarak hizmetler eden, merhum Galip Kuşçuoğlu Efendiden tasavvufi eğitim ve feyz alan, tasavvufun sırlarına meraklı, tasavvufi sohbetlerimizde özel sorularıyla tasavvuf ve tarikat deryasının derinliklerine dalmak isteyen ve marifet ve hakikat ufuklarını gözleyen, okuyan, araştıran ve dinî ve tasavvufî eserlere imza atan, aslen Çankırılı olup Isparta’ya yerleşen,hoş sohbet bir gönül adamıdır.
Mustafa Pekel ise, esasen iktisadi ve ticari ilimler üzerinde yetişmiş ve SDÜ’de yöneticilikler yapmıştır. Ancak dinî ve toplumsal konularda kafa yoran, sosyal ve ahlaki sorunlara eğilen ve bu konularda uyarıcı ve yol gösterici mensur ve manzum bazı eserlere imza atan ve daha çok Risale-i Nurlardan manen beslenen, kendini özel manevi eğitime veren, mütevazı, güler yüzlü, yumuşak huylu, tevekkül ve teslimiyet sahibi, gün görmüş bir münevverdir.
Özel kütüphanemde mutat sohbetlerimizden birinde, Fazlı Al Hoca bana “Hocam Kur’an kıssaları üzerine bir kitap telif etseniz. Bu konuda bir boşluk var. Zamanımızın insanları kıssalardan ders ve ibret alsalar!” demişti. Ben de “Masamda telifi devam eden eserler var. Ona sıra zor gelir. Ben Mustafa Pekel ile sana bu görevi veriyorum. Eserin hazırlanmasında ve redaksiyonunda yardımcı olurum, sizlere rehberlik ederim!” dedim. Böylece bu eser ortaya çıkmış oldu.
Elbette hiçbir eser mükemmel değildir. Eksiklikler vardır ve daha iyisi de olabilirdi. Gerçi tenkit ve eleştirmek kolay bir iştir. Ancak bir eseri eleştirebilmek için en az bir eser telif etmiş olmak yani yazar olmak gerekir.
Bir eseri yazmak için önce kaynakların toplanması, bilgilerin tasnifi ve değerlendirilmesi, bir düzen ve konu dahilinde telif edilmesi, “efrâdını câmi ve ağyârını mâni” olarak değerlendirilmesi, yazılması, redaksiyonu ve eksikliklerin ve yanlışların en aza indirilmesi için tekrar tekrar kontrol edilmesi, düzeltmelerin yapılması, araştırmanın, bir kitap yazmanın ne kadar zahmetli ve zor bir iş olduğunu ortaya koyar. Bunu bilenler bilir.
Fakat dostlarım ellerinden geleni yaptılar. Kıssalardan günümüz insanının alacağı hisseleri, ders ve ibretleri ortaya koydular ve hikmetleri çıkardılar. Bu ders ve ibretleri alanların ve hikmetleri çıkaranların marifete ermelerine ve hakikate kavuşmalarına vesile oldular.
Dostlarım olan yazarlara sağlıklı uzun ömürler ve ilmî çalışmalarında başarılar temenni eder; eserin akıllara tefekkür, kalplere irfan ve hikmet, nefislere de ders ve ibret vermesini ve hayırlara vesile olmasını dilerim.
8 Mart 2016/Isparta
Murat Yüksel
Araştırmacı-Yazar ve Şair