ÖNSÖZ
Endonezya, Türkiye ve İslâm dünyası üzerinde toplum, aile hakkında ve genellikle muhalif bir düşünce içinde düşüncelerimizi serdettik. Aradığımız; her şeye muhalefet değil de hep kendi zaviyesinden Dünya’ya bakmak yerine gerçekçi tespitler yapmak idi. İnsanımız bunu hak etmektedir. Alışkanlıkları terketmek gerçekten çok zordur. Tıpkı bunun gibidir, gerçekleri kabul etmek de. Alışmadığımız bir tavırla yola devam etmek zorunda kalıyoruz. İslâm Dünyası nüfusunun büyük bir çoğunluğu gerçekte üç büyük sorunla boğuşmaktadır: Yaşanacak insanca bir barınak. Giyinecek insanca bir giysi. Beslenecek gıda. Barınma, beslenme ve giyinme sorunlarını çözememiş çöp tepeciklerinin kuşattığı İslâm kentleri ile doludur Dünyamız. Ama İslâm gençleri ise bir hayal peşinde; gözlemlediğimiz yoksul gençler ayaklarında terlik bile bulunmayanlar; Dünyayı kurtarmaya ve tebliğ için çalışmaya yeminliler. Ülkelerinin zenginliğini nasıl hep birlikte paylaşırız diyemeyip de Dünyayı kurtarmaya yeltenmek gülünç bir tavır olmaktan öteye de geçmemektedir. Ama aynı İslâm dünyasında yeryüzünün en göz kamaştıran zenginleri vardır. Aynı coğrafyada altın, petrol, doğal gaz, kömür, su, güneş enerjisi kaynakları vardır. Amacımız neden İslâm dünyasının geri kalmışlığı üzerinde halk yığınlarına ulaşmak ve gerici, ilkel, yobaz ve insan onuruna yakışmayan bir yaşam tarzını terkedecek beyin inkılabı ortamını hazırlamaktır. Okuduğunuz makaleler sizlere bu konuda bir ipucu verebilir. Gözlemlerin ürünüdür. Her şey gelip gelip bir duvara dayanıyor. Aşamadığımız bir duvardır bu. 12. asırdan beri İslâm dünyasının önündeki putların duvarıdır: İlkel din zihniyeti ve İslâm’a bakış. Aile, medrese, ordu, din adamları putlarına perestiş. Aklını inkâr. Kendi dininden olanlara bile hoşgörünün olmadığı bir İslam dünyasında hoşgörüden bahsedenler demokrasinin nimetlerinden alabildiğince yaralananların gerçek yüzü aysbergin altından sırıtmaktadır. Adı hoşgörü, uygulaması ise horgörü olan bir Dünyadır bu. Sinsice bir tavırdır. Kendi cemaatlerinden başkalarının yazdığı Kur’an tercümelerine bile tahammülleri olmayanların dünyasıdır İslâm dünyası. Biz diyoruzki bu zinciri kıralım. Bunun için İngiliz, Japon vatandaşı olmak amacıyla, can havliyle çalışmaya da gerek yoktur. Ülkelerimizin milli kimliği bize yeter, fazlasını bile vermektedir. Türkiye; yüzyıllardır İslâm toplumlarının arka yüzünü okumak, görmek için hiç bir uğraş vermemiştir. Aslında insaflı konuşmak gerekirse hükümetler bu konularda gereken fedakârlığı yapmış insanımızı Avrupalara, Amerikalara göndermiştir. Ancak oralara giden insanlarımızın çoğu o ülkeyi tanıyıp da ülkemize bir şeyler katmak yerine istikametinden dalmış kolay olanı tercih etmiş ya da uyum sağlayamadan geri dönmüştür. Başarılı olanların sayısı azdır. Şimdilerde de kulaktan dolma bilgilerle Dünyaya açılmakta olan bir Türkiye vardır. Yine şimdilerde dini camia ve cemaatler bu işe el atmış görünmekte ama onların da bir kısmı bu işin ticaretine soyunmuştur. Bir kısmı da doğru yöntemi aramakla meşguldür diye yola yeni çıkanlara iyi niyetimizi belirtmek isteriz. Yola çıktıktan sonra da yarı yolda şaşıranlar için de diyebileceğimiz en iyi şey tekrar oturup düşünmeleridir. Bu ülkeleri iyi bilen, uzmanlarımız artarsa şirketlerimiz daha rahat böylesi zor ülkelere gelip yatırım yapma ortamı bulabilecektir. İnanınızki elle yemek yeme, tuvalet kağıdı ile taharetlenme sorununu medeni bir şekilde 2010-20 li yıllarda çözmüş bir İslâm dünyası en az 4-5 asır atlayıp asrımıza yaklaşabilecektir. Böylesine de geriden koşmakta olan bir medeniyetin temsilcileriyiz. Ama bu insanların tarihine baktığımızda engin bir kültür ve medeniyetin izlerini buluyoruz. İslâm Dünyası gerilemiştir. Elimizde altın bir kural vardır: İnsanlık hiç bir zaman geriye gitmemiştir. Durmuştur, duraklamıştır, geçici olarak gerilemiştir. Ama hep ileri gitmiştir. Bu açıdan da umutluyuz. Türkiye’den baktığımızda ülkemizin geldiği noktayı takdir etmekle beraber, lâikliğin özellikle sünni çoğunluğa benimsetilmesi noktasında ciddi bir mutabakata ihtiyacımız olduğu da aşikardır. Müslüman Türkiye’nin nefes borusu lâikliktir. Lâiklik Allah’ın şeriatının ta kendisidir. Bunu Endonezya’da geçirdiği ilk bir ay içinde yaşayıp öğrenen Ankara İlâhiyat Fakültesi mezunu bir müslüman olarak da burada açıkça belirtiyoruz. Gönül umduğu yere küser der bir atasözümüz. Biz de milletçe beklenti umudu içinde olduklarımıza karşı zamanında pek yumuşak davrandık ama şimdi de bir o kadar da pek sert ifadeler kullandık. Artık beklentlerimiz de tükenip bittiğine göre haleti ruhiyemizi sadece okuyanların hoşgörmesi ile tatmin olacağız. Onlardan beklentilerimiz bitip tükenmiştir. Allah rahmetinden değil. Fikirlerimizin tek bir garantisi vardır. Üzerine de yazabiliriz; bu üründe yalan yoktur. Allah için yola çıkanlara duyurulur. Görüş ve eleştirilerinizi bekliyoruz.
GOOGLE EDITON İÇİN ÖNSÖZ
2007-2013 sürecinde Türkiye’den ve ilk Endonezya izlenimlerinden edindiğimiz makaleleri yayınladık. 9 yıl aradan sonra Google Edition için baskıya hazırladık. Şunu iyice öğrendik hayatta en iyi öğretmen kendi kendine öğrendiğin şeylerdir. Mikrosoft Word programında yazı yazmaktan başka bir şey bilmeyen dip not atmasını dahi bilmeyen iki sayfayı birbirine ekleyemeyen bir kalemin süreçte kendi kendie öğrenerek bu duruma getirdiği tasarımlardır. O nedenle “lay out” problemi vardır. Devam etmektedir. Okuyuculardan bu açıdan özür dilerim. Ancak yararlı olacağını umduğumuz ilk izlenimlerimiz bize de zamanla ufuk verdi. 13 günde Google Edition hazırlayıp ve ortama gönderdik. Okuyuculara selâm ederim.
9 Haziran 2021, Ali Osman Muş, İlkadım, Samsun