登入選單
返回Google圖書搜尋
Türkiye’nin bölgesel sorunları “Osmanlı’dan günümüze” Balkanlar
註釋

Bulgaristan, beş asırlık Osmanlı hâkimiyetinden sonra 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi neticesinde imzalanan Berlin Antlaşması ile özerkliğini, 1909 yılında imzalanan İstanbul Protokolü ile de bağımsızlığını kazandı.1 Bulgaristan’ın özerkliğini kazandığı 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi öncesi Bulgaristan’ın bir devlet olarak ortaya çıktığı Tuna vilayetinde Türklerin ve Bulgarların nüfuslarında tam bir denge söz konusuydu. Rusçuk’taki İngiliz konsolosu Sir R. Dalyell’in 1869 tarihli gizli raporuna göre: Tuna Vilayeti’nde 1.640.000 Türk, 1.725.000 Bulgar ve diğerleri başlığı altında (Romen, Çingene, Rus, Yahudi ve Ermeni) 135.000 olmak üzere toplam 3.500.000 nüfus yaşıyordu.2 Ayrıca, 1875 yılında Tuna vilayetinde Türklerin 2700 kadar Sıbyan mektebi, 150 kadar medresesi ve 40 kadar rüştiyesi bulunmaktaydı. Camiler bakımından ise Tuna vilayetinin kasabaları birer minare ormanı gibiydi. Sofya’da 44, Şumnu’da 40, Rusçuk’ta 29, Vidin’de 24, Tırnova’da 22, Lofça, Hacıoğlu ve Pazarcık’ta yirmişer, Ziştovi’de 19, Niğbolu, Plevne ve Mecidiye kasabalarının her birinde onsekizer, Varna’da 16, Eski Cuma’da 17, Razgrad, Balçık, Köstendil, Dupniça kasabalarının her birinde 11, Samakov ve Osman Pazarı kasabalarında onar cami vardı.3


Bulgaristan’da 1878 öncesindeki Türk ve Bulgar nüfus oranlarındaki eşitlik ve kültürel olarak baskın olan îslam kültürü üniter bir Bulgar Devleti kurmak isteyen Bulgar milliyetçileri için çözülmesi zorunlu bir problem olarak görülmekteydi. Zira Bulgar milliyetçileri genel olarak etnik köken veya kültürel-tarihsel-dilsel milli kimlik esasına dayanan 19. yüzyıl Alman tipi milliyetçiliğin bir uzantısı olarak tanımlanan Balkan milliyetçiliğinin etkisindeydiler. Her devletin belirli bir etnik topluluğa dayanması gerektiği fikrini ön plana çıkaran Alman tipi milliyetçilik, bir devlette birden çok etnik topluluğun bulunmasını gerginlik ve istikrarsızlık kaynağı olarak görmekte ve kültürel çeşitliliği ulus devletin bütünleşmesi için bir tehdit olarak algılamaktaydı. Bu nedenle, Balkan tipi milliyetçiliğe ve onun uzantılarına göre devletle ulusun bire bir örtüşmesi için, ulusu kültürel bakımdan homojenleştirmek amacına yönelik çeşitli yöntemlerin bulunması gerekiyordu.4 Bulgar milliyetçileri de bu anlayış çerçevesinde, Bulgaristan kurulduğu andan itibaren ülkedeki bütün azınlıkları tasfiye ederek homojen bir ulus oluşturma hedefine yöneldi. Bu tasfiye savaşlarda azınlıklara yapılan katliamlarla, uygulanan zorunlu göçlerle, ya da onları zorla asimile etme çabası ile gerçekleşti.