Demokrasinin olmazsa olmaz (sine qua non) koşulu; anayasanın “sosyal sözleşme” şeklinde benimsenerek, bütün toplumsal-siyasal dinamiklerin katılımı ile oluşturulmasıdır. Bunun önündeki en büyük engel 1982 Anayasası ve onun üzerinden yapılan siyasal operasyonlardır. 1982 Anayasası iki büyük müdahalenin kodlarını taşımaktadır. İlki onu 12 Eylül anayasası olarak somutlaştıran askeri darbe, diğeri de yönetim biçimini “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne çevirmek üzere yapılan 2017 anayasa değişikliğidir. Ortaya çıkan bu yapı, eski sistem olarak “parlamenter sistem”in terk edilerek, “başkanlık sistemi”ne geçişi temsil eden ve henüz kurumsallaşma süreci tamamlan(a)mamış siyasal bir değişikliktir.
1982 Anayasası’nın tarihi toplumun “demokratikleşme çabaları” ile “otoriterleşme uygulamaları”nın birarada yaşandığı bir süreçtir. Demokratikleşme ile otoriterleşme arasında çatışmacı biçimde gelişen ve hızlanarak sürmekte olan bu paradoks dinamiği, yeni bir evreye geçme aşamasına gelmiştir. Soru(n) bu noktada; rejimin kimliğini simgeleyen “devlet”in sosyo-politik meşruiyetinin “yükselme” ya da “düşmeye” doğru hangi yönde gelişeceğidir.
Halk “demokrasiye” sahip çıkarak yeni bir anayasa yapma iradesini ortaya koyabilirse, 1982 Anayasası vesayet rejiminin anayasa politiği olmaya mahkum edilerek tarihin arşivine terk edilebilir… Tarihin tekerleğini geri döndürmek mümkün değildir, ancak yavaşlatılabilir, zaman ilerledikçe aydınlanma ve “gerçeklerin” gün yüzüne çıkmasıyla “değişim” kaçınılmaz olacaktır. Türk toplumunun Cumhuriyetin 100. yılının eşiğinde edilgen ve ayrıştırıcı politikalara desteğini terk ederek “uzlaşma” sayfasını açması için 2023, tarihi bir “fırsat” olarak değerlendirilmelidir. 1982 Anayasası’nın oluşturduğu “tuzaklar”dan kurtularak, 2023 Anayasası ile özgürleşme, demokratikleşme ve bütünleşme için “uzlaşma” tercih edilmelidir.
Neden, niçin ve nasıl sorularının cevabı bu çalışmanın içinde sergilenmiştir…