Sinop’u Strabon anlatır:
“... Palamut en önemli balığıdır.”
Cevat Ulunay iki bin yıl sonra ekler:
“Oynamayan balığı ölmüş kabul ediyorlar ve ölü balık diye yemiyorlar?”
“Şeytanın oğlunun doğduğu bu yer, günün asla açık ve güneşin parlak olmadığı, gökyüzünden bulutların hiç eksilmediği ve sürekli kışı andıran hava şartlarının egemen olduğu bir yöre” diye yazıyor Tertullian.
Bir zamanlar birbirinden farklı medeniyetlerin başkenti, Fatih Sultan Mehmet’in “Âşıklar Adası” iken Kazak baskınlarından sonra ‘Sürgünler Kalesi,’ “her birinin bıyığından on adam asılır nice azılı” iflah olmaz mahpusların da son durağı bir kasabaya dönüşür güzel Sinop.
Düne kadarsa, hemşehrilileri Diyojen’in arkasından ‘aman kimse kaçmasın’ diye kapattıkları kale kapısının içinde keyf bağışlamamakla lanetli insanların yaşadığı bir yerdi.
Günümüzdeyse, Sinop epik geçmişinin ayak izlerinden yükselen mistik bir öneme kavuşuyor.