İnsanoğlunun kolektif yaşam tarzına geçtiği demir çağından itibaren,
kendisine ait gündelik işlerini sürdürebilmesi için, büyük bir iş gücüne ihtiyaç
duymuştur. Bu dönemlerden itibaren başlayan bu ihtiyacı karşılayacak teknolojik
gereçlerin yetersiz olması ve işlenecek toprakların bu teknolojik yetersizliğe karşın
çok geniş alanları kaplaması, işleyecek insan sayısının az olması, zamanla insanların
başka insanlara kul ya da daha açık bir kelime ile köle olmasına sebebiyet vermiştir.
İlkçağ sınırlarına girildikten sonra bu kavram daha da genişleyerek, her alanda hizmet
etmek amacıyla efendilerine tam bağımlı insanlar için kullanılan bir terim olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında ilkçağ toplumlarının en önemli işgücü kaynağı olan
köleler, her alanda kullanılabilen, düşünebilen ama hakkı olmayan bir mal statüsünde
görülmüştü ve efendilerinin her türlü işini yapan, buna karşılık aile dahi kuramayan
bir sosyal statüye mecbur kılınmışlardı. Mısır medeniyetinde gelişmeye başlayan bu
tarzdaki köleci anlayış, Sümerlilerden-Roma imparatorluğuna kadar devam ede
gelmiştir. Ortaçağ başlarında da, aynı görüş kabul edilmiş ve bu tarz kölecilik anlayışı
Avrupa Germen kavimlerine ve Roma imparatorluğunun devamı olan Bizans
imparatorluğuna geçmiştir.