登入選單
返回Google圖書搜尋
Haçlı Seferlerinde Tıp
註釋

1095 yılından itibaren Haçlı seferleri savaş ve gözyaşı ile başlamış ve 1291 yılında yine kanlı muharebeler ve çetin mücadelelerle Suriye ve Filistin bölgelerinde, hatta Mısır coğrafyasında, Tunus önlerinde ve Anadolu topraklarında geride harabeler bırakarak sona ermişti. Bu dönemde ölen ve öldürülen insanların sayısı milyonlarla ifade ediliyordu. Sadece Üçüncü Haçlı Seferi esnasında 200.000 civarında Haçlı’nın Akkâ ve civarında öldürüldüğünü düşünmek bile insanın içini ürpertir. Bu rakamı Müslüman tarafı için de telaffuz ettiğimiz zaman, neredeyse bu sayı yarım milyona kadar çıkar. “Kutsal Savaş” çağrıları ile yapılan bu savaşlarda, en kutsal şeylerden biri olarak görülen insan hayatı ve onuru kolayca ayaklar altına alınıyor, kutsal adına insanlar katlediliyor, topraklarını ve mukaddesatını savunmak için canlar veriliyordu.

Kralların ve Sultanların dahi hayatlarını kaybettiği bu acımasız savaş, yaklaşık iki asır sadece ölümlerle değil hastalıklarla ve sakatlıklarla da insanlara büyük acılar yaşatmış, salgın hastalıklar orduların dağılmasına, şehirlerin büyük sarsıntılar geçirmesine, hanedanların zor durumda kalmasına neden olmuştu. Nureddin ve Selahaddin’in yakalandıkları ölümcül hastalıklar, bu İslâm kahramanlarının yataklarının başucunda kendileri daha can vermeden aile içi acımasız kavga ve kamplaşmalara sebebiyet vermişti. Nureddin’in Ekim 1157’de Banyas’tan dönüşünde yakalandığı ölümcül hastalık, Halep’te hasta yatağında iken dahi taht kavgalarının çıkmasına vesile olmuştu. Bu kavgalar, Nureddin’in henüz hayatta olduğu kanıtlandıktan sonra ancak sükûnete kavuşabilmişti. Ne de olsa hastalık ve ölüm, sadece hükümdarların değil milletlerin de kaderi ile oynayabiliyordu.

Kral IX. Louis, 1270 yılında ikinci kez çıktığı Haçlı seferinde Tunus surları dibinde salgın hastalığa yenik düşüp de can verince, bir müddet sonra papalık tarafından Aziz ilan edilecek, ancak onun ölümü ile hırslı kardeşi Charles d’Anjou, Louis’in ölümüne üzülmekten çok Sicilya üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye çalışacaktı. Batılılar tarafından Haçlı seferleri yeni toprak ve mal kazanımları olarak görülüyor, insanların bu hırslarını ancak ölümler sekteye uğratabiliyordu. Diğer yandan her iki tarafta da canlarını bu uğurda verenler, şehit veya kutsanmış sayılıyorlardı.

“Haçlı Seferlerinde Tıp” konulu çalışmamız, yukarıda bahsettiğimiz acıları yansıtması yanında, Doğu ve Batı arasındaki medeniyet farkını da açıkça ortaya koymaya çalışmayı amaç edinmiştir. Kralların, Sultanların ve soyluların hastalıklarının ve ölüm nedenlerinin anlatılmaya çalışıldığı kitap, aynı zamanda bu hastalıklara karşı uygulanmaya çalışılan tedaviler ve sonuçlarını da gözler önüne sermeyi gaye edinmiştir. Doğunun tıp konusunda da Rönesans yaşadığı Haçlılar Çağı olarak nitelediğimiz 1095-1291 yılları arasında, doğulu hekimlerin yaptığı önemli çalışmalar da bu kitapta ortaya konulmaya çalışılmıştır. Doğulu hekimler ifademizden, bu dönemdeki tabiplerin Müslümanlar yanında Yahudi ve Hıristiyanlardan da oluştuğunu vurguladığımızı hatırlatmak gerekir. Haçlıların dahi bu doğulu doktorları yanlarında istihdam ettikleri günlerde Frenkler, hastalıkların günahlardan dolayı değil de bazı dış nedenlerden dolayı ortaya çıktığı gerçeği ile yüzleşecek, bu hastalıkların tedavisi için mahir hekimlere müracaat edilmesi gerektiğini kavramaya başlayacaklardı.

Araştırmamızda ana yoğunluk 1095-1291 yılları arası olmasına rağmen, konuyu daha derli toplu ortaya koymak için daha önceki zamanlara da gitmek hasıl olmuş, Grek tıbbı için milattan önce yapılan çalışmalara atıfta bulunulurken, Doğu tıbbı için “Cahiliye Dönemi” olarak bildiğimiz Hz. Muhammed’in nübüvveti öncelerine kadar inme zarureti hasıl olmuştur. Ayrıca Kur’an’ın ve onun açıklayıcısı olan hadislerin hastalık ve şifaya olan yaklaşımları da yansıtılarak İslâm tıbbının ana dinamikleri de unutulmamıştır. Diğer yandan 1291’den sonra Osmanlı döneminde devam eden Haçlı seferlerinde yaşanan tıp konusunda öne çıkanlar ve bu tarihten sonra Avrupa’daki tıp alanında yaşanan tekâmülün de satır aralarına serpiştirilmesi uygun görülmüştür. Haçlı seferlerinin sonlarına doğru, özellikle XIII. yüzyılın ortalarından itibaren döneme damgasını vuran Moğollar arasında tebabet de müstakil olarak verilerek, konuya bir bütünlük içinde yaklaşılmaya çalışılmıştır. Haçlıların ulaşamadıkları bir bölge olmasına rağmen, doğu tıbbının oluşumunda merkez olma özelliği dolayısı ile zaman zaman Bağdat’taki tıp alanında yapılan çalışmalar ve hastaneler ile ilgili de bilgiler verme gereği de hâsıl olmuştur.

Hem doğuda hem de batıda yapılan araştırmalar ve klasik kaynaklar taranmaya çalışılarak ortaya konulan bu kitapta, teknik olarak kaynaklarla ilgili de birkaç şey söyleme gereği hissediyoruz. Dönemin birincil kaynakları arasında olan ve sık sık yaralandığımız Süryani Mikhail’in Vekayinâmesi’nin sayfa ve baskı yeri olmadığı için kitap ve fasıl numaraları ile alıntılarımız gösterilmiştir. Yine Kayseri’de yapılan “Türkiye Selçuklularında XIII. Yüzyıldaki Tıbbî Gelişmeler” adlı yüksek lisans tezinin sayfa numarası olmadığı için dipnot nosu kaydedilerek kaynak verilmiştir.

Araştırmamızın Haçlı seferlerinin daha iyi anlaşılmasına farklı bir boyuttan katkı sağlaması en büyük temennimizdir. Kitabın son okumasını yaparak çalışmamıza katkı sağlayan göz hekimi Dr. Cemil Haluk Özalp beyefendiye şükranlarımı sınuyorum.

Gayret bizden, başarı Yüce Mevlâ’dandır.