登入選單
返回Google圖書搜尋
İnsan İnsana Emanettir
註釋

Hayatın  eskiye oranla daha hızlı aktığı bir zaman dilimini yaşıyoruz artık ve bu zaman diliminde değişirken bir şeyleri de bırakıyoruz geride yerine başka şeyler koyarak. Ama ne zamanın götürdüklerine mâni olabiliyor ne de getirdikleriyle nasıl başa çıkabileceğimize dair net bir teklif ortaya koyabiliyoruz.


Herşeyin çok hızlı yaşandığı, çok çabuk tüketildiği, iman iddiasında olduğumuz kitabımızın 75 ayetinde emredilmesine rağmen akletmenin ve düşünmenin lüks ve yazık ki zaman israfı sayıldığı bir çağ bizimkisi. Aynı çağın göğsünden süt emdiğimiz insanları anlamak bir yana çocukluğumuzdan itibaren yaşadığımız herşey bizi hızla ama farkettirmeden dönüştürürken bu hıza ayak uydurmak ve çağın gerisinde kalmamak için odaklanmış beyinlerimiz bir kalp taşıdığını unutuyor ve bu koşturmaca içinde kalbin ritmi, fıtri düzeni kaybolup gidiyor.


Zira birbirimizi görmemek, anlamamak, duymamak için yaşanmışlık ve aldanmışlıklarımızın tezahürü önyargılarımızdan, egolarımızdan, aidiyetlerimizden, zaaflarımızdan, ideolojilerimizden, anlama ve kavrama biçimlerimizden, yorum farklılıklarımızdan, ırkımızdan, cinsiyetimizden, kibrimizden, ezberlerimizden, statümüzden, şehrimizden, muhitimizden ve daha bilmem nelerimizin hepsinden birden duvarlar örmüşüz. İç içe geçmiş, birbirini bazen örten, sıklıkla tahakküm altına alan ama hep sinsice saklayan milyonlarca görünmez duvarın ardından birbirimizi işitmeye, görmeye ve anlamaya çalışıyoruz. 


Kıymetli bir üstadın dediği gibi kelimenin tam anlamıyla “mış gibi” yaşıyoruz.         


Dinlermiş gibi…Anlarmış gibi… Duyarmış gibi.


Körler çarşısında ayna satan tacir misali tüm bunların farkına vardığımızda ise iş işten geçmiş oluyor; çünkü avuçlarda kalan tek şey adına “tecrübe” koyduğumuz aldanmışlıklara eklenen can kırıklarıyla tıka basa dolu koca bir yalnızlık oluyor.


Bu yalnızlığın kuyusunda ise dünyaya neden gönderildiğimizi sorguluyor; gelmenin aslında gitmenin ilk adımı olduğunun farkına varıyor, sırf bizi göndereni razı etmeye geldiğimizi anımsıyor, kişinin kendine şefkatinin kul oluşunun ama başkasına şefkatinin ise Rabbine kul oluşunu özümsüyor, asıl olanın bilmek değil yapabilmek, söylemek değil yaşayabilmek olduğunu bir kez daha fark ediyorsunuz.


Elinizdeki bu kitap sizin anlamsız savaşlardan, ucuz kavgalardan, basit hesaplardan kaçarak temiz aklın ve diri vicdanınızın öncülüğünde kalbinizin derinliklerine saklanmanızı; “bugün var yarın yok” mevzuların hengâmesi içinde ölüp gitmektense, dünlerin yarınlarda da var olacak olan hakikat incilerini toplayarak yaşamanın daha insanca olduğunu, yaşadığınız çağa olan borcunuzu anımsatmak amacıyla kaleme alındı.


Zira inanıyorum ki; borçlunun borcuna kendi borcumuza koşturduğumuz gibi koşturmadıkça; bir hastanın tedavisi için kendi hastalığımıza derman arar gibi uğraşmadıkça; boynu büküğün yüzünü güldürmeye, açın karnını doyurmaya, yoksulun sofrasına katık olmaya, yetimin yüreğine dokunmaya, talebenin yetişmesine, garibin işinin hallolmasına uğraşmadıkça “dünya cennetini” inşa edemeyeceğiz.


“Uyanışlara” vesile olabilmek temennisiyle.