Yeni okul yılının ilk gününde, eylül ayının bu ikinci pazartesisinde en ufak bir his yoktu içimde. Donuk bir sesle eşlik ettiğim İstiklal Marşı’nın ardından lacivert ceket kalabalığının arasında paslı demir kapıdan içeri sürüklenirken büyük, boğucu bir karanlığa adım atıyor gibiydim.
Geçen sene nasıl bıraktıysak öyle duruyordu okul. Dönemin son günü öğle arasında aniden bastıran yağmurdan kaçıp koridorda itiş kakış oynadığımız çamurlu topun duvarda bıraktığı izler bile yerindeydi hâlâ. Sanki geçen yılın son zili çalalı sadece birkaç saat olmuş, kısa bir teneffüsten sonra hepimiz bu köhne, karanlık, insanın ruhunu tüketen binaya geri dönmüştük.”