登入選單
返回Google圖書搜尋
Kıskançlık Öyküleri
註釋

DUR GİTME! SENSİZ NE YAPARIM?


"Perdeyi örterek işe başlıyorum. Kâğıtta tam 7 hareket -ya da ken­di deyimimle işlem- yazıyor:

-Perdeleri çek. -Koltukları ört. -Aynaları gizle. -Kapıları kapat. -Işık­lan söndür. -Her yer karanlık olsun. -Onu görmesinler."

Onu görmedikleri zaman hayat daha da kolaylaşıyor. O bir buhar bulutu gibi sımsıcak sarıyor içimi. İçime girince dünya nimetlerinden arı­nıp zevkin ta içine, tadına dalıyorum. Kaygan bir yolculuk sırasında her yanımı titreten o çıldırtıcı kenarlar...

Bir eşyadan söz eder gibi oluyorum. Ama maddi bir tutku, bağlılık değil bu. Onun bir eşya gibi olması, yaşamaması, bana dokunamaması, beni hissetmemesi beni asıl yaşatan ve ona bağlayan en büyük neden.

Ona hep yukarıdan bakıyorum. Bu zamanlarda beni görmüyor.

Tarif edilemeyene yaklaşmak tehlikelidir ama bu biraz da onun gi­bi olmak gibidir. Bu yüzden onunla aramızda hep belirli bir mesafe var. Bu, özlemi oluşturan ve aşkı nesneleştiren "platonik aralık"tan daha açık daha uzak bir şey.

Onu hatırlamak: Çok uzak bir fiil. Ben ona kelimelerden daha yakı­nım, anlamlardan daha açık ve ifadelerden daha tutarlı.

Bu çok yakın aşk, bu dipsiz uçurum beni yıkıyor. Beni ben yapan şeyin aynı zamanda beni mahveden (canıma okuyan) şey olması aşkı tutsaklık ve büyük acılar mertebesine ulaştırıyor.

Kıskançlıklarımı hep saklamayı tercih ettim. Kıskançlıklarımı belli etmenin başkalarına üzüntü vereceğini düşündüğümden yaptım bunu. Günün birinde gördüm ki kıskançlık ötekine doğrultulmuş bir silah ve yi­ne de yaralar içindeyim. Her yerimden yaralanmışım. Bir kişisel eğitim cilvesi.


Bazıları için aşk ilişkisi yaralarla ilerler. Bu kanlı görüntü kara sev­danın kartografyasıdır onlar için ve benim asla yerim yoktur bu harita­da. Onlarla aynı kıtada oturmam.

İtiraf ediyorum: Üzüntüler ve pişmanlıklar içinde kendimi kaybet­mekten korkuyorum aslında. Ve bunun adına hep şöyle dedim sanki: Kendimi eğitmek ve yeteneklerimi geliştirmek. Kendimi eğiterek kıskanç­lıklarımdan kaçabileceğimi sandım.

Belki bu büyük bir yalandı. Aşkın doğasından kaynaklanan bir çü­rümeyi adlandıracak olursam şöyle diyebilirim: Her şeyin ve herkesin ilerlediğini sandığı bir dünyada hiçbir yere gitmeyen bir adım.

Kıskançlığın bir çürüme olduğunu düşünüyorum. Parçalara ayrıl­manın, kabuklarından sıyrılmanın, yaralanmış iç kısmın açık havayla, mikroplarla, ruhun doğasıyla karşılaşmasının başlangıcı olarak...

Çürümekten neden kaçtığımı hepiniz anlarsınız. Ölümden kaçıyo­rum ve bir o kadar da kıskançlıktan. Öldüren kıskançlık yoktur; kıskanç­lık zaten öldürür. İçindeki müziği, yaşı, çocuğu, fahişeyi, avcıyı ve avı da...

Yerine hiçbir şey geçemiyor. Tedavisi yok. Buna karşılık madde ve eşya aşkını kıskançlıkla karıştıranlar içinse her zaman bir çıkış yolu ve kurtuluş var.

Yazmak ve yalan söylemek birbirlerinin kardeşi iki fiil. Sürekli red­dettiğim ve kaçtığım bir şey hakkında yüksek perdeden sözler söylemek benim için o kadar imkânsız ki...

Duygusal eğitim dediğim zaman bir eşyadan söz eder gibi oluyo­rum. Ama maddi bir tutku, bağlılık değil bu. Onun bir eşya olması, yaşa­maması, bana dokunamaması, beni hissetmemesi beni asıl yaşatan ve ona bağlayan en büyük neden.

Onun canlı olmaması, ölü olması. Beni ona bağlayan en büyük suç.


* * *

Benden kıskançlığın doğasına ilişkin büyük sözler bekliyorlar. On­dan kaçıyorum. Bundan daha büyük bir söz olabilir mi? Avından kaçan biri gibi davranmak isterdim ama burada av benim.

Büyük sözler yerine sesler. Büyük Sesler.

Dur gitme! Yapma! Sensiz ne yaparım!



Halil Gökhan