登入選單
返回Google圖書搜尋
Orta Öğretimde Edebiyat Dersleri 2 (Karabatak #58)
註釋

BİR VAROLUŞ MESELESİDİR EDEBİYAT

Hayatta olduğumuzun farkında değilsek nabzımızın atışının ne önemi var. İpekle pamuğu birbirinden ayıramadıktan sonra neye yarar bedestenimiz. Bursa ipeğiyle meşhur olduğu kadar “İpekli Mendil”iyle de meşhur olmalıydı. Çünkü orada ipekle pamuğu birbirinden ayırmayı öğreten bir edebiyat öğretmeni yaşadı. Bu öğretmenin hassasiyeti olmasaydı belki de Türk edebiyatı o büyük öykücüden mahrum olacaktı. Yani Sait Faik’ten. O halde anlatsın bize hikayenin hikayesini: “Bursa Lisesinde onun¬cu sınıftaydım, edebiyat hocamız bir vazife yazmamızı istedi. Ben İpekli Mendil isimli bir hikâye yazıp verdim. Ertesi ders, hoca bu hikâyemi bütün sınıfa okuttu. Neden okutuyordu bir türlü anlamamıştım. Meğerse hikâyeyi çok beğenmiş, sonra beni yanına çağırıp, eğer böyle yazmakta devam edersen iyi hikâye yazabileceksin sen, dedi. İşte ilk bu şekilde yazmaya başladım. Hocam, bana daima cesaret veriyordu…”

Cesarete ihtiyacı vardı yazarın evet, kaleme hakim olmak bir kahramanlıktı çünkü. Öğretmenlerinin yol gösterdiği yazarlardan biri de Sabahattin Ali’ydi. Bir edebiyat öğretmeni açmıştı ona Muallim Mektebi’nin kapısını: İbrahim Alâaddin Gövsa. Bir başka edebiyat öğretmeniyse okuma yazma aşkını tutuşturmuştu ruhunda: Ali Canip Yöntem. Sabahattin Ali fırsat buldukça edebiyat öğretmeniyle sınıf dışında da konuşmaya çalışıyordu. İşte okul bahçesindeki havuzun başındaydı Yöntem. “Hocam, güzel yazı nasıl yazılır?” sorusunu sormanın tam zamanı. Ali Canip gülümseyerek, “Çok okumak gerek, çok okumak…” cevabını vermiş bir hafta sonra da “Edebiyat Meraklısı Bir Gence Mektup,” başlıklı bir yazı yayınlamıştı Hayat mecmuasında.

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat Ankara Erkek Lisesi’nde yaktılar edebiyat meşalelerini. Ateşlerini üç edebiyat öğretmeninden almışlardı fakat: Ahmet Hamdi Tanpınar, Halil Vedat Fıratlı ve Yahya Saim Sinanoğlu. Yazdıkları şiirleri yayınlamak için bir dergiye ihtiyaçları vardı. Arkalarına bu muhteşem öğretmenleri alınca okul kooperatifi de maddi destek sağladı onlara ve “Sesimiz” adlı ilk dergileri gün ışığına çıktı.

Ahmet Muhip Dıranas’ın ortaokulda Türkçe öğretmeniydi Faruk Nafiz Çamlıbel. Bir “Şiir İlahı”gibi yürüyordu koridorlarda ama Ahmet Muhip’in önünü açmıyordu bir türlü. Şiiri için, “Yok, yok. Bunda iş yok. Boşu boşuna bunlarla uğraşmasın, derslerine baksın,” demişti sınıf arkadaşlarına. Cennetten kovulmuştu Muhip. Yanmıştı iki ay kurtarıcısıyla karşılaşana dek. Tanpınar’dı bu kurtarıcı; lise kısmının edebiyat öğretmeni. Arkadaşları bu kez onun kapısını çalmışlar, Dıranas’ın aynı şiirini ellerine bırakmışlardı ustanın. Tanpınar Dıranas’ı odasına çağırdı. Genç şairi karşısına oturttu. Oku, dedi şiirini. Çok beğenmişti. Sonra kitaplarının içinden birini çekip Dıranas’a verdi: “Bunu okuyacaksın!” Kitap Baudelaire’in “Fleurs du Mal/Kötülük Çiçekleri”ydi.

Madem söz edebiyat öğretmenlerinden açıldı, Ankara Atatürk Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenim Suzan Uğur’u rahmetle anmam gerek. Yalnız yazılarımı sevgiyle okumakla kalmamış, okulun kültür edebiyat kolu başkanı olmamı da işaret etmişti. Öğretmenler odasında bana bir dolap gözü vermişti anahtarlı. O anahtarın ne anlama geldiğini bugün daha iyi anlıyorum.

Edebiyat öğretmenleri Türk edebiyatının meçhul ve aşikar kahramanlarıdır. Aşikar olmaları için perdeyi sıyırmamız gerekiyor gözlerimizden. Karabatak, ısrarla edebiyat derslerine ve edebiyat öğretmenlerine bakışları çevirmeye çalışıyor bu yüzden. Hayır bir sayı yetmez, “Orta Öğretimde Edebiyat Dersleri” dosyamıza devam ediyoruz, diyor, edebiyatın bir fantazi değil bir varoluş meselesi olduğunun altını çiziyoruz.

Bu sayımızda da altını çizeceğimiz pek çok şiir, öykü, deneme ve röportaj var. “İçindekiler” sayfasına davet ediyoruz bu yüzden sizi. Karabatak yine dopdolu. Yine kanatlarını sıyırıp derinlerden, cevherleriyle gökyüzüne yükseliyor.