登入選單
返回Google圖書搜尋
Mağaradan Mars'a
註釋

Eğer son 150 yılda dünya bilim tarihinde en çok tartışmalara ve inanç çatışmalarına neden olan nedir diye sorulacak olursa herhalde ilk akla geleceklerden birisi evrim teorisidir. Evrim teorisi başta bilimin bir tartışma konusudur. Bilimin içinden başlayan tartışma konusu daha sonra ilk tehdidi olan dinin (teolojinin) de tartıştığı konular içine girdi. Bilimden daha çok ilahiyatçılar tarafından tartışılır hale geldi. İlahiyatçıların bilimin bu teorisiyle ilgilenmelerinin nedeni bir yaratıcının varlığı ile ilgili soru işaretlerine neden olmasıdır. Sürekli olarak TV’lerde ve konferanslarda bilim insanları ile ilahiyatçılar karşı karşıya gelmekte ve aynı dili konuşup -ayrı yöntemleri uyguladıkları halde- hep aynı son olan nihayetsiz bir son ile sıklıkla da kavga ve atışmalar akla kalacak şekilde bu tartışmalar sonlanmaktadır.

Bu tartışmaların birçok başka nedeni de vardır. Nihayetinde ulaşılan nokta çok ilginçtir. Bu ilginç inançlardan hareketle bir içsel çatışmadan kurtulmak için birini diğerine tercih ve bir vazgeçişe zorlanma durumudur. Çünkü her seçiş beraberinde de bir vazgeçişi getirmek durumundadır şeklinde basit bir inanç vardır. Ülkemizdeki bazı bilim insanları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim teorisinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişiler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorisini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan vahyi kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler. Evrim teorisinin getirdiği inanç baskısı nedeniyle bilimin diğer teorik alanlarından da uzaklaşılmakta ve bir çeşit bilim düşmanı haline gelmektedir kişiler. Bilimin yöntemlerini buradan yola çıkarak toptan eleştirmektedirler. Bu gidişin, nihai doğurduğu sonuç ise bilim güvenilmezliği ve dinle çatışmasıdır. Dolayısı ile din ve din adamları ne diyorsa biz ona inanalım. Çünkü o Tanrı bilgisidir noktasına varıştır. Bir süre sonra, bu anlayış, kişisel bir bakış açısı olmaktan çıkmakta, okulda öğretmenlerin, milli eğitim bakanlığının ve ardından hükümetlerin ve genel olarak da yüksek din kurumlarının politikası haline gelmektedir. Hatta eli kalem tutan ve öğretim üyesi ve bilim insanı olarak bilinen kişiler bile bu tutumun içinde olabilmektedirler. Sonuç, bilimle çatışan eğitmenler, imamlar, üniversite öğretim üyeleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığıdır!

Bilimin bazı kılıçlı şövalyelerinin sanki dini yok etmek gibi bir görev içerisindeler. Bu görevleri kendi kendilerine verirler ve yel değirmenlerine karşı bitmeyecek, hayali bir savaşa girerler. Dinsel inanışları hatta dinlerin sunduğu kendi özgün içeriklerini bir yana bırakalım, sadece bir Tanrı’nın varlığına bile inancı kabul etmezler ve bu kişilere akıl hastası gözü ile bakarlar. Oysa insanlık tarihine bakıldığında görülecek olan şey çok basittir. Dinlerin de kendine ait bir görevi ve yeri vardır. Dinin işlevi kişiselden toplumsal yapıya doğru uzanır ve bunu ne nükleer bomba atarak ne de “ben doğruyu buldum ey insanlar, tanrı yok, Tanrı yok” diye çığırtkanlık yaparak engelleyemezler. Din veya Tanrıya inanç beyin evriminin de bir ürünüdür. Dinsel inanç evrimin amaçlamadığı ve istemediği bir yan ürünü olabileceği gibi doğrudan Tanrısal bir oluşla da oluşturulmuş bir beyinsel durum olabilir. Şövalyelerin bilmesi gereken şey şudur: ancak ve ancak dinlerin yerine getirdiği görevi, bilim zaman yerine getirirse, o zaman dinler ortadan kalkabilir. Zaten o durum da dine de gerek kalmaz. Bilimin sunduğu şey dinsel inanç haline gelir. Bilim tekrar uzaklaştığı metafiziği veya bugünkü teolojiyi, bilim dalı olarak ele almalıdır. Çünkü Dünya üzerindeki dinler bir şekilde ortadan kaldırılsa bile insanoğlu kendine mutlaka başka bir din bulacaktır. Bu durumda, var olan şartlarda, bilimin dinden uzak kalması, hastalıklı bir durum ve yokmuş gibi yadsıması yanlıştır. Bu yanlışın sonucunda, din eline geçeceği insanlar tarafından yanlış amaçlarla kullanılacak ve yobaz insanların yetişmesine neden olacaktır. Çünkü kural olarak, boş bırakılan her alan bir şekilde doldurulur! Ama iyi ama kötü şekilde bir şekilde doldurulur.

Bilim, dış dünyanın doğurduğu ortak tecrübenin bilgisel bir üretimi olarak kabul edilir. Ancak, kendisini tanımladığı ile terimler arasında “nesnellik” var olmasına karşın, bilimin çoğu alanı “öznellikten” kurtulamamıştır. Bilim dini öznel ve kişiye özgün akıl hastalığı kabul ederek, kendi nesnelciliğinin yanına yaklaştırmaz. Oysa hem din hem de bilim, zihnin dış dünya ile olan ilişkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bilim ve dinin diğer bir ortak noktası da derinliğine incelenecek olursa, “bilinemez” ve “düşünülemez” bir şeyin varlığını aramayı içerir. Din daha çok bilinemez şeyden kaynaklanır ve onu tanımlamak için uğraşır. Diğer yandan bilim, “tanımlanabilir” ve “bilinebilir” olan şeyin sınırları içinde kalmak için boş yere çabalar durur. Ancak, bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, ortadan kaldırmak istediği “bilinmezi”, bir o kadar kabul eder duruma geçer.

Bilim, kendini kuşatan sırları ve sınırları her yönden tam olarak ortadan kaldıracak güçte değildir. Hiç olmayacaktır da ve bunun iddiasında da olmamıştı. Bugünün görünen sırları ve soru işaretlerinin yanıtları yarın verilecek olsa da beraberinde daha derin sırlar ve soruları da getirecektir. Gerçek bir din ve bilim ortak bir amaç için çalışır: insanın veya insan türünün mutluluğu ve kudreti için.

Ülkemizde ve hatta dünyadaki, eğitimcilerin, akademisyenlerin ve hatta resmî kurumların kafa karışıklığını gidermek için, bu konunun üzerine gidilmesi ve insanlar, “din mi bilim mi, bilim mi Tanrı mı?” arasında bir seçim yapmaya zorlanmamalıdırlar. Bu durumda zorunlu seçme durumunda kalan insanlar da ilahi olanı kolaylıkla seçmekte zorlanmamaktadır. Birçok dindar insan, evrim teorisini ve onun ana çıkış yeri olan bilimi, dini inançları gereği kabul etmemekte ve ona güvenmemektedir.

Diğer yandan da, ülkemizde özellikle bir grup, kimin tarafından yazıldığı belli olmayan, kitap ve medya aracılığı ile sadece tek işi evrim teorisine karşı çıkmak gibi bir görev üstlenmiştir. Bu karşı çıkış kafalardaki soru işaretlerini giderecek şekilde değil de soruları büyütecek yönde ya da hiç sorgulamama şekline dönüşmektedir. Evrim teorisine karşı çıkış yolları ilk bakışta samimi görünen bu kişilerin, evrim teorisinin bilim insanlarınca ateizmi savunmak için kullanıldığı şeklinde iddiası ve savunusu vardır. Bu doğrudur ve yapılmaktadır. İlk bakışta bu yem kolay yutulabilir olsa da, bu karşı çıkan insanların bir süre sonra evrim teorisinin, bazı bilim insanlarınca kullanılan ideolojik yönü bir kenara bırakılarak evrimin sunduğu her şeye toptan karşı çıkmak şeklini almaktadır. Evrim kötüdür, evrim Tanrı dışlayıcıdır, evrim ateizmi savunucuların teorisidir, evrim insanı değersizleştiren teoridir, insan mucizedir, evrim olasılık hesaplarına göre imkânsızdır, evrimin kanıtları bilimin aldatmacası ve hezeyanıdır, evrim İslamiyet’e uygun değildir… Bu bilgi bombardımanına maruz kalan insanlarda içsel çatışmalar yaratmakta ve ardından da seçim yapma zorunluluğu doğurmaktadır. Hangisini seçeceksin? Çünkü kişinin bir avucuna evrim teorisini diğer avucuna da Tanrı inancını koyduğunuz zaman ip cambazının durumunda kalan kişi doğal olarak yüce güç olan Tanrısını seçip evrimi kabul etmeyecektir. Ama garip şekilde de bilimin evrim teorisine şiddetle karşı çıkan ve çığlık çığlığa bağıran grup, bilimin çığır açan bir diğer teorisini, evren oluşu açıklayan, büyük patlama teorisini yaratıcının varlığının delili ve mucize olarak sunmaktan da geri kalmamaktadırlar. Oysa hem evrim teorisi hem de büyük patlama teorisi bilimin ürettiği bilginin sonucunda ortaya konulan ayrı ayrı oluş hikâyeleridir. Bu iki hikâyeyi yazanlar dini inançlarına göre bu hikâyeleri yazmadılar. Tanrının varlığının ve bir yaratıcının evrenin başında müdahalesi olarak dini çevrelerce seslendirilen büyük patlama ile evren oluş hikâyesinin yazanların çoğunluğu olmasa da büyük kısmı bir Tanrı ile hiç işi olmamış, kilise veya caminin yolunu bilmeyen bilim insanlarıydı. Ama buna rağmen başlangıcı olan bir büyük parlama öyküsü gerçeğini yazmaktan (araştırmaktan ve elde ettikleri bilimsel sonuçları yayınlamaktan) geri kalmadılar. Onlar sadece evren oluş için bir açıklama bulmak için yola çıkmışlardı ve nihayetinde de başlangıcı olan bir evren fikrine ulaştılar. Dinden bağımsız bir yolla. Din çünkü bu tür bir öneriyi, yoktan yaratılma ile evrenin oluştuğunu zaten binlerce yıl önce sunmuştu.

Bilimin diğer bir öyküsü de iyisi ile ya da kötüsüyle -eksikleri ile- evrim teorisinden geldi. Evrim teorisi insan türünün ve tüm canlıların ortak bir soydan ortaya çıktığını, adım adım ve basamaklı süreçlerle günümüzdeki türlerin oluş hikâyesini anlatır. Aslında “evrim teorisi” olarak adlandırılsa da teori olarak kalmamıştır. Evrimin gerçekten olduğuna dair elimizde birçok kanıtlar vardır. Bu hikâye bazılarına çok ilgi çekici ve tatmin edici gelse de bilim camiasından da birçok kişiye eksik gelmektedir. Ama bilimin zaten birçok dalında ve teorisinde de eksiklik bulunabilir. Tartışılabilecek açık alanlar söz konusu olabilir. Bu onların doğru olmadığını göstermez, sadece yanıtı aranacak başka soruların da olduğunu söyler bize. Evrim teorisi soyoluş ve tür oluşu anlatama açısından eksik olabilir. Eksiktir de ama bu doğru olmadığını göstermez. Bilimin diğer birçok alanında bu durum aynıdır. Ama evrime yapılan itiraz sesleri halk tarafından o konulara yöneltilmez.

Günümüzde bilimin gözdesi kuantum fiziğini ele alalım. Kepler’den başlayan klasik fizik onun devamı olan klasik istatistiksel mekanik, Maxwell denklemleri ile son şekline ulaşan klasik elektromanyetik teorilerinin açıklayamadığı doğa olayları, kuantum mekaniği ile açıklanabilmiştir. Bununla da kalmamış, birçok yeni gelişmenin de habercisi ve kaynağı olmuştur. Sonradan yapılan deneyler ve gözlemlerle kuantum mekaniğinin “doğru” bir teori olduğu ispatlanmıştır. Doğru olmasına ilave olarak, “içsel tutarlılığı” olan bir teoridir. Yani bu teoriden, bir diğeri ile çelişen iki önerme üretmek mümkün değildir.

Bütün bunlar dururken, kuantum teorisinin eksik olduğu ve içsel bir tutarsızlık taşıdığı Einstein-Podolsky-Rosen (EPR) tarafından öne sürülmüştü (1935). Nesnel fiziksel gerçekliği betimleyen, yani dile getirilen herhangi bir fizik teorisinin “doğru” ya da “tamamlanmış” olup olmadığını anlamak için iki ifadeyi anlamak gerekir. Teorinin doğru olması, teoriden çıkartılan sonuçlar ile deney sonuçlarının uyuşmasına bağlıdır. Kuantum fiziği bu anlamda doğrudur. Bir teorinin tamamlanmış kabul edilmesi için, tanımlanan nesnel gerçekliğin her bir elemanının bu teoride dile getirilmesi, fiziksel gerçekliğin her bir elemanının karşılığının teoride olması gerekir. Nesnel fiziksel gerçekliğin elemanlarının da ne olduğunun açık olarak ortaya konulabilmesi gerekir. Bu yapıldığında, gerçekliği tanımlayan teorinin tamamlanmış olup olmadığına karar vermek mümkün olur. Çünkü “doğru” olan bir teorinin aynı zamanda “tamamlanmış” olma zorunluluğu yoktur. Bu hem kuantum fiziği hem de evrim teorisi için aynıdır. Hatta ve hatta neredeyse tapınılacak derecede doğruluğuna inanılan büyük patlama ile oluş teorisi için.

Diğer bir örneği de matematikten verelim. Eski Yunan döneminden Ortaçağa kadar, yaklaşık 16 yüzyıl matematiğin fizikten üstün bir bilim dalı olduğu düşünüldü. Çünkü matematik daha sağlam temeller üzerine inşa edilmişti ve sadece kâğıt-kalemle her şey halledilebiliyordu. Hâlbuki fizik, karışık deneyler yapıyor ve ölçüm hatalarını içeren kesin olmayan cevaplar ortaya koyuyordu. Deney yapmanın önemi anlaşılır anlaşılmaz, matematik ve fizik işbirliği yaparak, tek başına yapabileceklerinden daha fazlasını yapmaya başladı. Matematiğin yaşı 2500 yıl olmasına karşın, bu birliktelikle özellikle son elli yılda bütün dönemlerden daha çok şey yaratıldı. Matematiğin çalışma şekli aslında basittir. Örnek vermek gerekirse; gerçek bir dünya parçasını ele alalım. Bu bilimsel olarak anlatmak istediğimiz gerçek dünya probleminin kendisidir. Önce sembolik bir benzetme (metafor) geliştirilir. Araştırılan gerçek dünya parçası için matematiksel bir model inşa edilerek, gerçek dünyanın parçası artık matematiksel dünyada “soyut bir kopya” haline gelir. Matematiksel modeli meydana getirme süreci, bu soyutlama sürecidir. Artık üzerinde çalışılacak olan bu kopyadır. Mantık ve matematiğin yasaları ile ondan yeni, daha önce bilmediğimiz özellikler çıkarılır. Böylece, matematiksel olarak soyutlanan alan adeta “şişmanlatılır”. Bu arada, analiz yolu ile tekrar yeni bilgiler elde edilir. Ancak, bu yeni bilgiler gerçek dünyada değil, tamamen matematiksel dünyada yaşar ve gerçek dünyada karşılığının olması zorunluluğu yoktur. Soyutlama ve şişmanlatma sırasında hatalar yapılabilir. Hatta o kadar ileri gidilir ki ortaya çıkan “gerçeklerle”, beklenen gerçekler ve gerçek dünya gözlemleri uyuşmayabilir.

Matematik temel olarak ikiye ayrılır: saf ve uygulamalı matematik. “Saf matematik” zihinde oynanan bir oyundur. Çoğu zaman bir kâğıt üzerinde birbirine karışmış semboller ve benzetmelerden oluşur. Bu aşamada yeni düşünsel nesneler yaratır. Saf matematik, matematiğin kendisi için yapılır ve dünyada pratik kullanımı yoktur. Diğeri ise, “uygulamalı matematik”tir ve “başka bir şey” için yapılır. Başka bir şey, her zaman gerçeğin ve nesnelliğin bir yanıdır. Bununla ilişkili olarak da matematikçiler için, iki ayrı dünya vardır. Birincisi, gerçek veya duyusal deneyimlerin dünyasıdır. İkincisi matematiksel dünya ya da ideler dünyasıdır. Bu dünyayı sayılar, analitik fonksiyonlar, matrisler, diferansiyel denklemler, diziler, topolojik uzaylar gibi matematiksel hayali nesneler oluşturur. Matematiksel dünya, matematikçinin kafasının içinde, gerçek dünya ise dışarısındadır.

Matematiksel bir önermenin gerçekliği yalnızca ve yalnızca, düşünceler arasındaki ilişkiler üzerine, belli simgelerin anlamına bağımlıdır ve deneyimden hiçbir doğrulamaya gerek duymaz. 4+3=7 demek, var olan şeylere ilişkin bir şey söylüyor olmak demek değildir: önermenin gerçekliği yalnızca terimlerin anlamları üzerine bağımlıdır. Ama “doğada hiçbir zaman bir daire ya da üçgen olmamış olsa bile, Öklid tarafından kanıtlanan gerçeklikler kesinlik ve açıklıklarını sonsuza dek sürdüreceklerdir.” Diğer bilim dallarının tersine, matematik hiçbir zaman “deneyerek doğrulayalım” demez. Örneğin, bana daima tuhaf gelen ve kavrayamadığım, sonsuz küme hesapları toplamı konusunda, matematiğin kabul ettiği şu durum nasıl gerçeklik olarak yorumlanabilir? Matematikçilerin sembolik (À, alef olarak okunur) yazımı ile À0+À0=2À0+À0= À0. Bunu anlaşılır dille yazacak olursak sonsuz + Sonsuz= 2 Sonsuz + Sonsuz =Sonsuz! Yani sonsuzla sonsuzun toplamı 2 sonsuz (2À0) ve fazladan bir sonsuz daha yapıyor. Çarpımı ise beklenildiği gibi sonsuzun karesine eşit, ama aynı zamanda da bir sonsuza eşit oluyor! Bu durumda da matematiksel olarak oluşturulanın, fiziksel bakımdan da var olma zorunluluğu yoktur. Yani, “matematiksel” ile “fiziksel mümkünlük” ayrı ayrı kavramlardır ve birbirlerine denk değildirler. Buna rağmen kimse matematikten şüphe duymuyor ve Tanrının varlığını sonsuz kümelerde aramıyor.

Bilimin birçok alanı birbirine benzer. Büyük patlama, evrim teorisi, kuantum fiziği ve matematik… Bir kısmını alıp diğer kısmını inançlarımızla çatışıyor diye almamak tuhaf bir durumdur. Hele hele bilimin her iki oluş teorisinin, evrim teorisinin büyük patlama teorisinden -tüm inançlardan bağımsız olarak- farkı olmadığı (aynı olduğu) vurgulanarak, okuldaki öğrencilerde ve akademisyenlere kadar herkese anlatılmalıdır.

Sonuçta evrim teorisi elbette bütün diğer teoriler gibi tam veya tamamlanmış bir teori değildir. Eksikleri ve içerdiği soru işaretleri çoktur. Ancak evrim teorisi bu gezegendeki canlıların var oluşu, aynılığı, akrabalıkları ve şekillenişi açıklayabilen şu ana kadar öne sürülmüş en iyi bilimsel bakış açısıdır. Bugünün Müslüman ya da dindar bilim insanları ve öğrencilerinin yapacağı evrim teorisine karşı çıkmak değil daha iyi bir biyolojik evrim teorisi ortaya atmak ya da öne sürmek olmalıdır.

 

Bu kitapta ne yok?

Elinizdeki bu kitap adından da anlayacağınız üzere evrim teorisi hakkında ama içeriğinden de göreceğiniz üzere evrim teorisin bütünüyle ele alındığı, ağrılığının sadece evrimi savunmak ve kanıtlarını sunmak olmadığını göreceksiniz. Bu kitabın esas amacı, yukarıdaki giriş kısmından da anlayacağınız üzere, evrim teorisi ile dini inancın çatıştırılmasının çok basit yönlerden bakıldığında, bu çatışmanın gereksiz, anlamsız ve hatta saçma olduğunu anlamanızı sağlamaktır. Bu kitapta ideolojik bir fikir gibi evrimi savunmak veya kanıtlarıyla siz okuyucuyu ikna etmek gibi bir düşüncem olamaz. Kişisel düşünceme size -idea’yı (fikri) vererek evrime inanıp inanama konusunda düşünsel ve son kararı size bırakma taraftarıyım. Bütün dünyadaki insanların sadece evrim teorisine inanması gibi bir beklentim de yok. Ama asıl beklentim, bende de uzun zaman oluşan, okuduğum taraflı kaynaklar tarafından yapılan, bilimin evrim teorisi ile kalbimdeki Tanrının yaratılış fikrinin çatıştırılmasıdır. Bu çatışma sıradan insanlar için olmasa da düşünen beyinler için bir noktadan sonra ıstırap haline gelebilmekte, ıstıraptan kurtulmayı arzulayan ruhlar da bir süre sonra Tanrı ile olan bağını kesebilmektedirler. Oysa evrim teorisinin Tanrı inancı ile bir ilişkisi doğrudan yoktur ve ilahiyatçıların ortaya koyduğu bir teori değildir. Şükür ki, düşünen bir beyin olarak neden insanların kandırıldığını, sadece bir pencereden dünyaya bakmalarına izin verildiğini ve Tanrı inancı ile evrimsel oluşun bir arada olabileceği fikrine ulaştım. Bu ulaşma birçok yönden, kitapta da göreceğiniz üzere farklılık arz ediyor.

Bu kitapta birçok evrim karşıtı fikri ya da evrimin varlığını savunan fikri bulamayacaksınız. Dolayısı ile her iki ana yoldan giderek sizin evrim ve Tanrı konusundaki damarınıza basmayacağım. Örneğin, evrimi savunanların öne sürdüğü fosil kanıtları (paleontoloji), canlılardaki yapısal (morfoloji) benzerlikler (homoloji), soyoluş ile ilgili aynılıklar (filogenetik), anne karnında gelişimdeki benzerlikler (ontogenik) ve genetik benzerliklerden çok da ayrıntılarla bahsetmeyeceğim. Ancak evrimin anlaşılması açısından ilgili bölümde kısmen de olsa ana hatlarını ele almam gereklilik gösterdi. Yine devam eden ve gözlenen evrim örneği olarak antibiyotik ve DDT direncinden de bahsetmeyeceğim. Diğer yandan evrime karşı çıkanların seslendirdiği sahte ara fosiller, protein ve hücrenin kör tesadüfle oluşumunu olanaksız kılacak derecede ince olasılık hesaplarından, canlılığın mükemmel ve mucizevi olduğundan, mutasyonların zararından ve evrime katkılarının olamayacağından, ara fosil kanıtlarının yetersizliğinden, evrimi kabul etsek bile ilk canlının oluşumunun imkânsız olduğu fikirlerinden, dini rivayetler ve vahiy bilgisinden de bahsetmeyeceğim. Dolayısı ile evrimi savunmak, dini karşı çıkışları kullanmak veya her ikisini bir araya getirmek gibi bir görev bu kitapta göremeyeceksiniz.

 

Bu kitapta ne var?

Bu kitabın temel mesajı evrime inanma ile Tanrı’ya inanmanın çelişkili olmayacağını ortaya koymaktır. Bu amaçla öncelikle birinci bölümde inanmak temel bir son karar olduğundan, inançlarımızın temel yapısını, neden herhangi bir şeyin doğruluğuna inandığımızı ve inanmamızı sağlayan bilgi kaynaklarının ne olduğunu ele alacağım. Bunu sadece dini inanç olarak değil her türlü inanç olarak düşünmeniz gerekiyor. Bu amaçla bilgi kaynaklarını irdeleyip ne olduklarını ele alacağım. Bilgi kaynakları olarak inançlarımızı besleyen gündelik, teknik, dini, felsefi ve bilimsel bilginin ne olduğunu ve inançlarımızın oluşumu açısından etkilerini ele alacağım. Sonrasında da bir şeylere inanmak için en kadar kanıta gereksinim duyduğumuzu tartışacağım. Bilgi ve ondan kaynaklanan inançlarımızın farklı dereceleri olduğunu, inançlarımızın her zaman bilgi kaynaklı olmadığını, bazı inançlarımızın diğer inançlarımızdan kaynaklanabileceğini size göstereceğim. Gündelik yaşamımızda nasıl bir trans durumunda olduğumuzu da göstereceğim. Aynı zamanda bir şeylere inanırken nasıl bir duygusal ve bilgisel baskıya maruz kaldığımızı, içimizdeki inançların bazen (hatta evrim söz konusu olduğunda sıklıkla) çatıştığını ve birinin diğerine tercih yapılması nedenlerinden bahsedeceğim. Aynı zamanda inanç dediğimiz şeyin sürekli sabit kalmadığını, cep telefonlarının veya bilgisayar programlarının sürekli yeni sürümünün çıkması gibi, bir üstü sürümüne yükseltmenin olduğunu, eski inançla harmanlanıp yeni bir şekil alabileceğinizi ele alacağım. Yine evrim teorisi ve inanç bağlamında, bilimsel olarak ispatlanmış denildiğinde ne anlamamız gerektiği, oysa gerçekte ne anladığımıza da değineceğim. Bilginin aslında inanç oluşumunda ne kadar önemli olduğunu, bazı inanç veya inançsızlıklarımızın oluşumunda bilgisel farklılığın etkisini vurgulayacağım. İnanmanın bilgiye dayanan bir yönü de kanıtlar ve kanıtların güvenilirliği. Ancak önemli bir sorun herhangi bir şeye inanmak için ne kadar kanıta ihtiyacınız olduğunu fark etmek. Ama bazen de bazı kanıtların aslında yanılsama kaynaklı olabileceği, kanıtı siz ileri düzeyde gerçek kabul edip bir inanç geliştirmenize karşın, aslında kanıtın boş olduğunu anlamanız durumunda inancınızın nasıl bir şekil alacağına da kitapta değineceğim. Kişilerarası bilgi farklılığının inanların derecesini nasıl değiştirdiğine örnekler vereceğim. Kitabın en önemli konusunun aslında inanç kavramı ve inanç oluşumuna neden olan faktörler olduğunu göreceksiniz.

İkinci bölümde ise bilim ve din kavramlarını ele alacağız. Bilim denilen şey nedir, nasıl yapılır, yöntemi nedir gibi. Evrim teorisi sonuçta bilimin ortaya attığı bir teoridir ve en çok çatışması da din ile olduğundan dinin ne olduğuna da değineceğim. Arkasından evrim teorisi bağlamında olan din-bilim çatışmasının aslında yeni olmadığını ve din-bilim kapışmasının aslında başka dinamik nedenleri olduğundan bahsedeceğim. Bu çatışmaya neden olan faktörleri de ele alacağım. Her çatışmada iki taraf vardır ve daima iki tarafında çatışmalarda, kavgalarda suçu vardır. Ben suçsuzum, suçlu olan aslında o demek anlamsızdır ve daima kavgalarda iki taraf suçludur. Kimin suçunun ne olduğunu bu bölümde ortaya koyacağım. Sadece birisi daha çok sorumlu veya suçlu olabilir. Din-bilim çatışması veya kavgasında da bu nedenleri sunacağım. Bu konuda aynı zamanda bilimin sansüründen de bahsedeceğim.

Üçüncü bölümde, zaman kavramını ele alıyorum. Zaman bu evrende, üç boyutlu mekânsal evrende ek bir boyut olarak sunulmasına karşın kişisel olarak zaman diye bir boyuta ve gerçek zaman varlığına inanan birisi değilim. Sanırım zamanın bir boyut olduğu düşüncesi, insan beyni, belleği ve hafızasını bilmeyen fizikçilerin uydurduğu bir boyuttur. Her ne kadar zaman Normalde dış dünyadaki zaman algısı tamamen olayların ardışık gelmesi büyük patlamada madde ve mekân oluşunca ortaya çıktı şeklinde iddia edilse de zaman sadece algıdır ve beyindedir. Olayların ardışık, hareketten ve sıralanmasından kaynaklanan zihinsel bir akış durumudur. Zaman bölümünde, evrende zaman kavramının anlamı, Tanrı’nın zaman kavramı içinde veya dışında olup olmadığı konusunu ele alacağız. Zaman kavramının ardından da sonraki bölümde mekân kavramını yani tecelligâh yerini ele alacağım.

Dördüncü bölümün temel özelliği bizim evrenimiz, yani şu an içinde bulunduğunuz üç boyutlu evrenin özelliklerini gördükten sonra bu evrende maddesel oluşun özelliklerinden bahsedeceğim. Bu bölüm aslında bu kitabın en özgün ve önemli kısmıdır. Tamamen kitabın yazarına ait bir yeni bakış açısından özgünlüğü gelmektedir. Aynı zamanda da üç boyutlu evrenimizde maddesel ve mekân içinde oluşun özellikleri anlatırken de daha alt bir ve iki boyutlu evrenin özellikleri ile de karşılaştırma yapıp hilkat ya da oluş farklılıklarından bahsedeceğim. Oluşan maddi evrende evrensel yasaların ne kadar basit, tekdüze ve sıradan olduğunu da ortaya koyacağım. Bunun bir örneği olarak da kütle çekimi yasasından bahsedeceğim ve diğer boyutlarda kütle çekimi yasasının nasıl farklılık göstereceğini de ortaya koyacağım. Cansız evreni oluşturan atomlar ve atom altı parçacıklar, canlı evreni oluşturan genetik kod, aminoasitler ve proteinlerin varlık oluşumundaki sınırlılıklarını da sunarak, aslında yaratıcının tıpkı kopyalarla ve çok az malzeme çeşitliliği ile sıra dışı gözüken çok çeşitlilik yarattığına şahitlik edeceksiniz. Sonuçta Tanrılı bir yaratılış veya Tanrısız oluş var ise bizim ve sizin şu anda içinde olduğunuz bu üç boyutlu evrenimiz içinde gerçekleşmiştir. Bu oluş evrensel bir kural olarak nasıldır ve Tanrı baştan beri ne planlamıştır onun bilgisine ulaşacağız. Oluş bir şablondur ve her yerde aslında aynı şekilde kullanılmaktadır. Bu kullanılan kalıp ve temel yapı birimleri, hem cansız hem de canlı varlıklar için hemen hemen aynıdır. Bu konuda Tanrı sınırsız veya sonsuz bir çeşitlilik yaratmamış ancak az çeşitlilikten (aynılıktan) çoklu bir çeşitlilik de yaratmayı sağlamıştır. Tanrının hiç de israf yapan müsrif varlık olmadığını göreceksiniz. Peki, bunun evrimle alakası ne olacak diye sorabilirsiniz. Sonuçta evrim bu varlık âleminde ve bu mavi gezegen üzerinde olan bir oluştur. Milyarlarca ve sonra milyonlarca yıl süren ardışık ve basamaklı bir oluştur. Bu bölümde üç boyutlu evren yasalarından yola çıkarak içinde olduğumuz varlık âleminde ardışık ve basamaklı oluş dışında bir oluşa imkân olmadığı (veya yaratan Tanrı’nın bunu baştan bu şekilde planladığı) ortaya koyacağım.

Beşinci bölümde, dördüncü bölümde ele aldığımız basamaklı ve ardışık oluşun ilk örneğini yani büyük patlama ile evren oluşunu ele alacağım. Büyük patlama teorisi bilim tarihindeki bilimsel keşif olarak insanın kendi var oluşunu da sorgulamaya neden olan en büyük keşiflerden biridir. Bugün bize sıradan -pek çok bilimsel teori gibi- bir bilimsel teori gibi gelse de olağandışı aşamalardan geçmiş ve daha önceki kabullerin üzerine toprak örterek kendisini üstte tutmuştur. Büyük patlama teorisi birçok din adamı tarafından da bir başlangıcı ve beraberinde de bir başlatanı ima ettiğinden yaratıcının en büyük kanıtlarından birisi olarak yorumlanmıştır. Din bilimciler adeta bilimin büyük patlama teorisine, dinlerin değerinin azalmaya başladığı bir dönemde, can simidi olarak sarılmışlardır. Hatta can simidinden de öte onu yücelterek kurtarma botu şekline çevirmişlerdir. Ancak büyük patlama bilim adamları açısından büyük bir teori olsa da sonuçta bilimsel bir teoridir ve Tanrı ile ilgili bir teori değildir. Bir başlangıcın ardından adım adım ilerleyerek, dönüşerek ve değişerek bugünkü görünümüne ulaşan evrenimizin saniyelik, dakikalık, saat ve günlük değişim hikâyesinden bahsedeceğim. Alında ilk örnek olan bu hikâyeyi anladığınızda yukarı ile aşağısında aynılıktan kaynaklanan çokluğun her yerde benzer olduğuna kendiniz şahit olacaksınız. Evrenin bu oluş öyküsünden sonra bir sonraki bölümde canlılığın oluş öyküsünü ele alacağım.

Altıncı bölümde mavi gezegenimizde canlılığın evrimsel oluşunu ortaya koyacağım. Bir önceki bölümle beraber ele alındığında, evrimin basamaklı oluşun diğer bir örneği olduğunu ve her durumda -Tanrı işe karışsa bile- dördüncü bölümde ele aldığım şekilde, üç boyutlu evrendeki oluş kurallarına tabi olması gerektiğini öne süreceğim. Bu bölümü yazmamın amacı evrim teorisinin kanıtlarını sunarak evrimin gerçekliğini iddia etmek değildir. Amaç, evrim teorisi denilince ne anlaşıldığı, nelerin yanlış bilindiği, türlerin nasıl çeşitlendiği, doğal seçilimin ne olduğu, neden toplu katliam şeklinde şu anda kalan türlerin %99’unun yok olduğunu ve diğer evrimsel kanıtları dikkatinize sunacağım. Aslında canlı tasarımının en küçük yapıdan en büyük yapıya kadar aynılık içerdiğini ve canlılar arasında görünen farklılığın sadece yanılsama olduğu gayet net ortaya koymaya çalışacağım. Aynı zamanda genetik Havva ve Âdem’i de unutmadım. Çünkü genetik biliminin bize gösterdiği ve binlerce yıl geriye gidince bizi ortak bir ataya ulaştırması modern evrim teorisinin en güçlü kanıtlarından birisidir.

Yedinci bölümde, İslam dininin yazılı vahyi olan Kur’an’ı Kerim’in evrime inanmaya imkân verip vermediğini ele alacağım. Basamaklı veya evrimsel oluşa imkân veren bir inanç mıdır yoksa tam olarak buna karşı mı çıkar onu ele alacağım. Aynı zamanda Allah’ın yaratma sıfatını ele alıp, bizim evrenimizi şekillendirme sırasında sınırlı olup olmayacağını tartışacağım. Yine bizim üç boyutlu (3D) mekânımızı tecelligâh olarak yaratıp sonra da kullanırken nasıl bir yol izlediğini sıfatlarından anlayıp aktarmaya çalışacağım. Aynı zamanda yaratılış açısından Kur’an’ın emirlerini (yani farzlarından olanları) de ortaya koymaya çalışacağım. Bu bölümde en geniş haliyle aslında Kur’an’da evrimin değişik şekillerde ima edildiğine ve de evrimin canlı çeşitliliğinde zengin ve sürekli yaratım için mükemmel bir yol olduğuna değineceğim. Bölüm sonunda da çuvaldızı Hıristiyanlara ve iğneyi de Müslümanlara yani kendimize batıracağım.

***

Bir şeylere neden inanırız veya inanmayız?

Zaman var mı sadece zihnimizde midir?

Tanrı zamanın içinde mi, dışında mıdır?

Her şeye gücü yeten ama zorunlu Tanrı olabilir mi?

Tanrı tecelligâh kurallarına uymak zorunda mıdır?

Evrime hayır, büyük patlamaya neden evet?

Yaratılıştaki aynılık ne demektir?

Yaratılanların çeşitliliğinin sırrı nedir?

Evrende gördüğümüz çeşitlilik bir yanılsama mıdır?

Başka boyutlu evrende algılarınız nasıl olurdu?

Evrim teoriden öte yaratılıştaki zenginlik midir?

Evrime karşı çıkmak neden yanlıştır?

Evrim ile ateizm savunusu yapılabilir mi?

Tanrı evrimi sonsuz çeşitlilik için nasıl kullanıyor?

Tanrı neden evrimle yaratmak zorundadır?

İnsan türünün gelecekte soy tükenişi ne zamandır?

Tanrının eli canlı yaratımına ilk ne zaman değmiştir?

Havva ve Âdem ne zaman/nerede ortaya çıktı?

Doğa nasıl evrime yön vererek çeşitliliği arttırmaktadır?

Evrim tabiata bahşedilmiş ilahi kanun mudur?

Ahiret, Cin ve Melekler hangi boyuttadır?

Âdem evrimin de ilk insanı mıydı?

Olmak ile oldurulmak arasındaki fark nedir?

Olanların olmamazlık olasılığı neden olamaz?

Kokuşmuş çamurdan yaratmak ne demektir?

Evrim neden Tanrının muhteşem sanatıdır?

Tanrının aklında evren sonlanmış mıdır?

Tanrı neden yarattıklarının çoğunu yok etti?

Kuran’da evrime karşı ayet var mıdır?

Hakk’ın kendisini tecelli etmesi ne demektir?

Kuran’ın geleneksel tefsirlerde yanlışı nedir?

Evrimin yaptığı yaratılış devrimi nedir?

Tanrısal zamansızlık nedir?

Evrende varoluştan gelen zorunluluk nedir?

Neden evrime karşı çıkmak dinsel ideoloji aracı yapılmıştır?

Bilimin Adem’i ile Dinlerin Adem’i aynı mıdır?

Tanrının zihninden varlık alemine geçiş nasıl olmaktadır?

Allah’ın yaratmasının farklı eylem şekilleri nelerdir?

Cinler ve melekler neden evrimsel oluşa tabi olamazlar?

Cinler insanlarla etkileşime girebilirler mi?

Cin ve meleklerin olabileceği boyutlar var mıdır?

Allah ol deyince olur mu oldurur mu?

Sivrisineğin yaratılışı neden atomdan daha karmaşıktır?

Doğa neden olasılık hesaplarını takmaz?

Evrim yaratmaya zenginlik verir?

Bu evrene kütle çekimi nasıl sanatsal şekil vermiştir?

Her yaratılan varlığın belli büyüme sınırı var mıdır?

Tanrı evrendeki varlıklar için aynı temel şablonu mu kullandı?

Evrendeki sabitler nasıl yaratılışta zorunluluklara neden olur?

Tanrı yarattıklarının yüzde doksan dokuzunu neden yok etti?

Canlıların ilk ortak atası kanıtları nelerdir?

Geçmiş evrensel felaketlerden nasıl kurtulduk?

Sanat nasıl evrimleşmiştir?

Mağara sanatının özellikleri nelerdir?

Anadolu’daki evrim izleri nelerdir?

Bilinç evrim sahnesinde ne zaman ortaya çıktı?

Ayna sinir hücreleri nasıl yıldızlara bizi uzandırdı?

Evrim halen devam ediyorsa 1 milyon yıl sonra nasıl beynimiz olacak?

Evrim teorisine nasıl alternatif üretilmeli?

Yaşam için nasıl gezegenimiz ilk yaratılışla el ele vermiştir?

Müslümanlıkla evrim teorisi uyuşmaz mı?

İnsan seçilmiş midir yoksa sıradan bir canlı mıdır?

Bu evrende Tanrı neden pat diye yaratamaz?

İmkânsız olasılıkların olması mucize değil midir?

Yaratıcı olarak Tanrı mı, Allah mı kullanmalıyız?

Evrime inanmak için sizi ikna edecek olan nedir?

Zamanın dışında bir Tanrı nasıl zaman içinde bir evren yaratır?

Zamanda yolculuk gerçekten olabilir mi?