Doğu’nun ve Batı’nın iki ayrı dünya, uzlaştırılması kolay olmayan iki farklı kültür olduğundan kuşku duymayanlar vardır. Örneğin Rudyard Kipling, bir şiirinde “Doğu Doğu’dur; Batı da Batı; gerçi dünyanın iki ucundan gelen, iki kuvvetli adamın yüzleşmesi mümkün olsa da; o ikisi hiçbir zaman birleşmeyecektir.” demektedir.
Kipling’in doğrusal bir okumaya dayanan bu sanısının ilk cümlesini Thomas’ın İbn Rüşd’le olan ilişkisindeki siyasî ve dinî kaygılarına; ikinci cümlesini ise, Kipling’in sanısının aksine doğuyla batı arasındaki ayrılığı kaldırmaya muktedir iki özne olarak İbn Rüşd’e ve Aziz Thomas’a hamletmek mümkündür. Zira Thomas’ın muarız belleyip kıyasıya eleştirdiği İbn Rüşd eleştirilerinin arkaplanı, Goethe’nin ulvî bir sezişle dile getirdiği “kendini ve ötekini bilen (ler için), Doğu’nun ve Batı’nın birbirinden asla ayrılmadığının itiraf edilmesi gereken bir bütün” olduğu tespitini haklı kılan bir zemine sahiptir.
Elinizdeki kitapta Doğu ile Batı’nın ilişkilendirilmesi her ne kadar yaygın kanaat özellikle İbn Rüşd-Thomas Aquinas kapışması üzerinden yüzeysel bir okumaya tabi tutulduğunda Kipling’i haklı çıkarır gibi görünse de meselelerin arkaplanı teşrih masasına yatırılınca Kipling’ten daha ziyade Göthe’nin yaklaşımının Orta Çağ’ın ruhunu anlamada daha tutarlı olduğu temellendirilmektedir.