Bu çalışmada adaletin iktisadi boyutu ele alınmaktadır.
Adalet Aristo’dan beri değerlerin değeri olarak kabul edilmiştir.
Bu konuda hem Tevrat’ta ve Kur’an’da hem de Doğulu ve
Batılı düşünürlerin eserlerinde adaletin içeriği hakkında görüşler
sunulmuştur. Yirminci yüzyılda adalet konusunda en kapsamlı
çalışmayı yapanlardan biri olarak J. Rawls’ın kuramı ilgili literatürde
büyük bir etki ortaya çıkarmıştır. O da adaleti Aristo
gibi diğer değerlere öncelemiş, her şeyin faydacılık uğruna feda
edildiği bir ortamda adaleti vurgulayıp faydacılığa karşı çıkmıştır.
Rawls, Kantçı geleneğe tabi olarak insanın başkalarının çıkarı
için araçsallaştırılmaması, amaç olarak görülmesi gerektiğini
vurgulamıştır.
Rawls, yaşadığı çağdaki aşırı pozitivizmin baskısı altında
adaleti temellendirirken Kant’tan farklı bir yöntem seçmiştir.
Kant’ın numenal-aşkın-metafizik boyutlu yöntemi yerine Rawls,
ampirik “fıtrat durumu’’ (orginal pozition) analojisinden hareket
etmiştir. Sandel’in ifadesiyle “metafiziksiz bir liberalizm’’ kurmaya
çalışmıştır. Rawls insan beni ile niteliklerini birbirinden
ayırarak değişmelerden etkilenmeyen bir ben’i savunmuştur. Bu
yaklaşım iktisadi adalet açısından kişinin niteliklerinin ortak
sosyal bir değer olduğu, kişiyi ödüllendirme ya da cezalandırma
aracı olarak görülmemesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla
gelir ve servet, toplumdaki en dezavantajlı durumda olanların en
avantajlı çıkacağı şekilde dağıtılmalıdır.