17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta, işsizlik ve ekonomik sorunlar nedeniyle pazarcılık yaparak geçimini sağlayan üniversite mezunu Muhammed Bouazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan ve daha sonra “Arap Baharı” olarak isimlendirilen isyan ve değişim talebi kısa süre içinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkelerinin çoğunu etkilemiş, Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de otoriter rejimlerin devrilmesi ile sonuçlanmıştır. Otoriter rejimlerin devrildiği bu süreçte Libya ve Yemen’le birlikte halk hareketlerinin Beşşar Esat rejimine karşı silahlı bir isyana dönüştüğü Suriye iç savaşa sürüklenmiştir. Halk hareketlerinin yaşandığı başka bir ülke olan Bahreyn’de ise Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) rejimi korumak için askeri müdahalede bulunması ile Hammad bin İsa el-Halife rejiminin ayakta kalması mümkün olabilmiştir Suudi Arabistan öncülüğünde, KİK ülkelerinin de dâhil oldukları koalisyonun Mart 2015 tarihinde askeri müdahaleye başladıkları Yemen’de ise Suudi yanlısı Abdurabbu Mansur el-Hadi yönetimi ile Husiler arasındaki çatışmalar halen devam etmektedir.
Bu çalışmanın amacı Suudi Arabistan yönetiminin Arap Baharı sürecinde takip ettiği dış politikayı analiz etmektir. Kuruluşundan bugüne savunmaya dönük (defansif) bir dış politika izleyen, bölgesel krizlerin çözümünde arabuluculuk, riyalpolitik ve petropolitiği etkili bir araç olarak kullanan, bölgesel ve küresel aktörlerle direkt askeri karşıtlıklardan kaçınan, dış politikasında genellikle yumuşak güç (soft power) unsurlarına başvuran, sahnenin arkasından hareket ederek bölgedeki çıkarlarını koruyan Suudi Arabistan, halk hareketlerinin Bahreyn, Mısır ve Yemen’e sıçramasıyla dış politikasında ciddi değişiklikler yapma gereği duymuştur.