登入選單
返回Google圖書搜尋
Nasreddin Hoca ve Eleştiride Üslup (Karabatak #62)
註釋

Nasreddin Hoca’nın Gözü Üzerimizde

Ali Ural

 

Yeni bir şekilde söylemenin yollarından biridir ironi. İç içe geçmiş iki fotoğraftan görünenin değil görünmeyenin büyüsüyle tazeler hafızaları. Nasreddin Hoca’nın yüzlerce fotoğrafından eşeğe ters binme karesinin öne çıkması boşuna değildir. Herkesin yaptığının tersini yaparak soruları mıknatıs gibi üzerine çekecek sonra da söylemeyi düşündüğü lafı gediğine oturtacaktır.

“Eğer düz binip önünüze geçseydim, siz arkada kalacaktınız. Siz öne geçseydiniz, bu defa ben arkada kalmış olacaktım. Böylece size arkamı dönmemiş oluyorum!”

Nasrettin Hoca XIII. yüzyıldan bu yana hiç dönmedi arkasını bize, hiç ayırmadı gözlerini üstümüzden. Seyyid Mahmud Hayrânî’nin bu sevimli dervişi, memleketi Sivrihisar’dan ayrılırken kendisini uğurlamaya gelen kale dizdarı Alişar Bey’in sitemi üzerine bineğinden inmiş, sonra semere ters oturarak şöyle seslenmişti oradakilere ve orada olmayanlara: “Mesele sandığınız gibi değil! Bakın gözüm üzerinizde!” Mesele sandıkları gibi değildi. Yine büyük bir yangın çıkmıştı Anadolu’da. Zaman sorumluluk zamanıydı. Kösedağ Savaşı’nı kazanan Moğollar, Anadolu Selçukluları’nı tarihten silmek üzereydiler. Dahası Haçlılar vardı, sürüler halinde akan bu bereketli topraklara. Kalp ehlinin, halkın yaralarını sarma zamanıydı. Madem bölük pörçük olmuştu Müslümanların dirayeti, özlü bir tutkalla yapıştırmalıydılar. Madem Selçuklu devleti elden gitmişti, Ertuğrul Gazi’ye yol açmalıydılar.

Mevlâna Celâleddin (1207-1273), Hacı Bektaşı Veli (1208-1271), Yunus Emre (1241-1321), Şeyh Edebali (ö. 1325) nereye koşuyorsa, Nasrettin Hoca da (1208-1284) aynı yere koşuyordu. İşte bu nedenle yüzünü dönmüştü bize, yüzyıllar sürecek yolculuğuna başladığı gün. “Gözüm üstünüzde!” demişti gidişata bırakmayarak kendini. İlk durağı Akşehir’di Hoca’nın. “Akşehir mi!” diyerek küçümsemeyin sakın. Zira ilan etti Hoca. Neredeyse insan orası merkeziydi dünyanın. Hem orada bir göl vardı; bizim gölümüz. Hem bir maya taşıyordu kaşığında; bizim mayamız. Hem sıcacık bir şarkı mırıldanıyordu; bizim şarkımız. Fakat inatçılığımız tutmuştu bir kere. Eşeğine neden ters bindiğini soramayınca bir ümitle soluğu Akşehir’de almıştık. İşte beklediğimiz an! Gölü mayalıyor Hoca! Serpme ağ gibi fırlatmalı soruyu: “Göl hiç maya tutar mı?”

“Ya tutarsa!” dedi Hoca ve maya tuttu göl. İşte o gün bu ülkenin evlatları “İmkânsız” kelimesini sildiler kamuslarından. Söğüt’ten fışkıran çınar gölgesini üç kıtaya paylaştırdı. İşte o günden beri bir milletin yüzündeki tebessümün altında hangi derinlikleri saklayabileceğini öğrendi dünya. Nasreddin Hoca durdurursa bineğini diye uykuları kaçtı. Onu komedyen olarak göstermeye çalışarak hikmetini ve ferasetini örtmeye çalıştı.

Karabatak, değerlerimizi bir bir hatırlayarak, her sayısında kültürümüzün güncellenmesi için katkı vermeye çağırıyor ilim ve sanat insanlarımızı. Başta Nasreddin Hoca’ya ömrünü adayan şair Mustafa Özçelik Bey olmak üzere 62. sayımızı bir Nasreddin Hoca şehrâyinine çeviren ilim ve kalp ehline teşekkür ederiz. Otuzu aşkın özgün yazıyla okurlarımıza tebessüm ederken Mustafa Özçelik Bey’in Rahşan Tekşen’e söylediği “Beni yerin üstündekilerden çok yerin altındakiler etkiledi,” sözünün altına imzamızı atıyor, Karabatak dergisi olarak cevherlerimizi ihya etme sözü veriyoruz aziz milletimize.

O halde Karabatak ummanın derinliklerinden bir kez daha yükselsin semaya. Şiirlerini, öykülerini, denemelerini, makalelerini, çevirilerini, fotoğraflarını, çizimlerini avuçlarınıza bıraksın. Değerli okurlarımızı “İçindekiler” sayfasını açmaya davet ediyoruz, içimizdekileri paylaşmak için.