登入選單
返回Google圖書搜尋
Türk Dil Kurumu’nun 90. Yılında Türk Dili’nin Dünü Bugünü ve Yarını
註釋

Dil Vatandır

A.Ali Ural

Dil demek insan demektir. Yüce Allah, insanı yarattı ve ona bir dil armağan etti. Varlıkların isimlerini öğrenen insan, o isimler arasında bağlar kurarak dilin hassas köprülerini kurdu. Bir tanışma ve bağ kurma aracıydı dil. Bir düşünme ve yükselme aracı. Dünya tufanla sınandığında, Nuh’un gemisi insanlar ve hayvanlarla beraber onların dillerini de kurtarmıştı.

Yusuf Has Hacîb, Kutadgu Bilig'de “Anlayış ve bilgiye tercüman olan dildir; insanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur,” diyerek dilin hayat için önemine dikkat çekmiştir. Dil, iletilmek istenen anlam bağlamında toplumlara göre farklı zenginlikler kazansa da asıl zenginlik kelime ve kavramların çoğalmasında değil alışılmış dilin özel bir terbiyeyle üslup haline gelmesindeydi. “Halk tabirleriyle, basmakalıp üslûb şekilleriyle, beylik teşbih ve istiarelerle yazılan yazılarda şahsîlik ve orijinallik payı azdır. Bunlar edebî değerden mahrum sayılırlar,” diyen Peyami Safa’ya göre, alışılmış, kullanılmış, yıpranmış ifade şekilleri “âdi üslup”dan sayılırdı.

Türk edebiyatının üslupçu yazarları dediğimizde aklımıza gelen ilk isimlerden Refik Halid, annesi Nefise Ruhsar Hanım’ın mirası Türkçe sevgisiyle, dil ve üslupta aradığı edebi lezzeti şu sözlerle ifade eder: "Kimi İstanbul’u kimi Lâle Devri’ni severmiş! Ben de Türkçeyi seviyorum. Ben Türkçenin cümleleriyle oynarken, onlara renk ve ışık verirken zevk duyuyorum." Anadolu’nun Türkçe için bir süzgeç vazifesi gördüğüne inanan Karay, dilin olgun haline İstanbul’da kavuştuğunu, “tadına tat katan hassasını” orada kazandığını söylemektedir.

Dünya üzerindeki 3000’i aşkın dil arasında Türkçe, Göktürkler’den bu yana 1500 yıllık tarihiyle, altı kıtadan ikisine yayılmış nadir konuşma ve yazı dillerinden biri olarak varlığını muhafaza ediyor. Elbette böyle bir hazineye malik bir milletin bu hazinenin koruyucusu olması, dilin sadece dil değil vatan olduğunu bilerek Türkçenin her kelimesi üzerine titremesi gerekmektedir.

Türk Dil Kurumu, 90. yılını kutluyor. 1932 yılında kurulduğunda iki ana hedefi olduğunu ilan etmişti TDK: “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini ortaya çıkarmak” ve “Türk dilini dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe ulaştırmak.” Kurumun, hedeflerine ulaşıp ulaşmadığını ve Türkçenin varlığını ne ölçüde muhafaza edebildiğini takip etmek öncelikle dilin koruyucusu ilim adamlarına ve edebiyatçılara düşmektedir. Refik Halid’e göre TDK başlangıçtaki iyi niyetini ve samimiyetini kaybetmiştir. Dilin doğal gelişimi dikkate alınmamış, kelime seçme ve üretmede aşırılığa gidilmeye başlanmıştır. Zoraki uygulamalar dili yıpratmakta ve yoksullaştırmaktadır. Osmanlı Türkçesi gitgide yalnız uzmanlarının anladığı arkaik bir dil haline gelmektedir. Aruzla yazılmış şiirleri okuyup anlayabilen insanların sayısı hayli azalmıştır. Fikret ve Hâmid’in şiirleri bile doğru bir telaffuzla okunmamaktadır. Bunun sorumluları köksüz bir dil icat etmeye çalışanlardır. Bir an önce dil mirasına sahip çıkılması gerekmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı, Osmanlıcayı lâyıkıyla bilen kimseler henüz hayattayken Osmanlı edebiyatının seçkin örneklerini günümüz Türkçesine aktarmalıdır. Milli benliğin korunması için hayati bir konudur bu. “Istanbul”un “İstanbul” olmasına gönlü razı gelmemektedir Refik Halid’in.

TDK’nın projelerini gizlilik içinde yürütmesi de Refik Halid’in eleştirdiği hususlar arasındadır. Nitekim Dil Kurultayı’nın altıncısına davet edilmeyince büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak şu satırları kaleme almıştır: “…Bir nezâket eseri göstermek lâzımgelirdi. Lâzımgelmezdi. Neden lâzımgelsin ki, Dil Kurultayı ile Kurumu’nun Türkçesi benim Türkçem değil. Benimki İstanbul aile ve halk Türkçesi... Milletin yazı Türkçesi... Anamın, babamın, dedemin ve ninelerimin, ihtiyaçlara cevap verir hale gelmiş olgun, düzgün, sıcak kanlı, kısacası asıl Türkçesi... Bizler onu terennüm ediyoruz. Dil Kurumu ve Kurultayı başka bir dil zırlamak için göbeğini patlatıyor.”

Karabatak, “Türk Dil Kurumu’nun 90. Yılında Türkçenin Dünü Bugünü Yarını” dosyasını açıyor ve sözü Türkçeyi korumak için özveriyle çalışan akademisyenlerimize ve edebiyatçılarımıza bırakıyor. Başta fikirleriyle çalışmamıza yön veren D. Mehmet Doğan olmak üzere dosyamıza katkıda bulunan Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Prof. Dr. Şerif Ali Bozkaplan, Doç. Dr. Şahap Bulak, Prof. Dr. Seyfettin Erşahin, Necmettin Evci, Dr. Önder Saatçi, C. Yakup Şimşek, Yasin Beyaz, Prof. Dr. Hasan Akay, Mustafa Özçelik, Asım Öz, Doç. Dr. Muhammet Enes Kala, İdris Nebi Uysal, Sait Başer, Doç. Dr. Umut Başar Prof. Dr. Atabey Kılıç, Güngör Göçer, Ali Can, Mustafa Uçurum, Orhan Gazi Gökçe, Hasanali Yıldırım, Ekrem Tahir ve Ergün Yıldırım’a teşekkürü bir borç biliyoruz.

Bu sayımızda Şafak Çelik'in sorularını cevaplayan Prof. Dr. Hayati Develi, "Yüksek edebiyat, ‘medeniyet kavramı’ içinde mümkün olur " diyerek dikkatleri yüksek edebiyat ve medeniyet üzerine çekiyor. Projektör sayfamızda ise, "Çılgınca uyduramazsam mantıklı da uyduramam," sözleriyle bizi kurgunun zengin dünyasına götüren Betül Barış Baig'i ağırlıyoruz.

64. sayımızı okurla buluşturmaya hazırlanırken güzel bir haber aldık. Haziran ayında TÜRDEB tarafından verilen "2022 En İyi Dosya Dergiciliği" sevincimizin yanına bir sevinç daha eklendi. Karabatak, DERGİBİR’in düzenlediği 13. Uluslararası Dergi Günleri'nde "Yılın Dosya Konusu" ödülüne lâyık görüldü. Kültürel değerlerimizin ihyası için çırpınan Karabatak için yeni bir teşvik rüzgârıydı bu.

64. sayımız havalanırken okurlarımızı Türkçenin zirvelerinde buluşmaya davet ediyoruz.