登入選單
返回Google圖書搜尋
Endonezya’da Özerklik, Cilt I, Kavramlar, Kurumlar, Tarih
註釋

    En son sözü en baştan söyleyelim: Endonezya ayağa kalkarsa (kıyam) tam kalkar. Buna adımız gibi emin olduğumuz halde kitabımızda olumsuz ve karamsar havaya iten düşüncelere yer verdik. Nedeni de çok basittir; sanata ve espriye düşkün bir ulusal karakterin yanında Türkiye dahil; birçok İslâm ülkesinde olmayan bir varlık Endonezya’da var: Hanımlar. Annelerimiz, kızlarımız, eşlerimiz, gelinlerimiz, sevgililerimiz ve diğerleri. İşte sanat yeteneği ve kadın zihniyeti; bu ikisi Endonezya’yı ayağa dikecek ve yeryüzünün en müreffeh ülkelerinden birisi yapacaktır. Anaerkil bir aile ve ataerkil bir İslâm çelişkisini bir arada aşabilecek bir kıvrak zekaya olan güvenimiz bizi bu kanaate itmektedir. Yeryüzünün en büyük İslâm ülkesi Endonezya 1945 Kuruluş Anayasasına koyduğu mümkün olduğu kadar özerklik ilkesini 70 senede değişik biçimlerde uygulaya geldi. 2002’den itibaren ise ayrılıkçı seslerin daha gür çıkmasıyla da özerklik süreci daha farklı ve siyasi bir sorun olarak devam etti. Ama Endonezya özerklik uygulamalarından vazgeçmediği gibi özerkliğe idari kurumlarla da katkı vererek uygulamaları sürdürmeye devam etti. Ülkenin havasını yansıtmak için zaman zaman karikatürlere de yer verdik. Belki böylesi bir tutum konunun ciddiyetine uygun değil diye eleştirilecek olsa dahi karikatür sanatının en ciddi işlerden biri olması kadar Endonezya insanının da espritüel yanı ağır basan ulusal karakterini daha sevimli ve hoş bir görünüm içinde derin bir tefekkür vererek yansıtabileceğini umduk. Endonezya üzerinde araştırma yapmak Felemenkçe, Japonca ve Endonezce başta olmak üzere Yerel Lisanlar (Bahasa Daerah) ıstılahları çalışmak ile hemen hemen eş anlamlı olduğundan çalışmamızda sözcükler üzerinde bir bölüm açmak zorunda kaldık. Endonezya sömürü tarihi ile birlikte yerleşen lisanların yanısıra yerel mantığın yeşerdiği bir adalar ülkesi olduğundan ve gerçekten kafa karıştıracak derecede bir ulusal ve uluslararası kavram bolluğu içinde çözülüp irdelenmesi gereken bir ülkedir. Endonezya bir hukuk ve ıstılahlar müzesidir. [1]  Endonezya’nın kalbine giden yolu Merkez Cakarta’da (Jakpus) Merdeka Meydanı denen Monas alanında muşahhas olarak ararken bir köşesindeki İstiklâl Camisi bize kalbin odağını işaret edebilirse de devlet birikimi edinme aşamasındaki ülkede beynin merkezini Portekiz, Felemenk, İngiliz ve Japon sömürü tarihinde aramak gerekecektir. Hangisinin doğru yolu gösterebileceği; kalp mi beyin mi ikilemini ise et-tırnak misali birbirinden ayıramayacak lâik-insani düşünceli zihniyetin aydınlatacağını gördük. Endonezya hep düşünceyi kuluçkalama dönemi yaşıyor ve ardından da hezeyan geçiriyorsa 1967, 1998 felaketlerini irdeleyip arka yüzünü görmek için hastalığın beyinde teşekkül ettiğini artık sağır sultanlar bile kabul etmelidir. İslâm’da Devlet İdaresi (1963) kitabını yazan rahmetli Muhammet Hamidullah (1908-2002) çok ağır eleştirileri hiç de hak etmiyordu. Ülke yok ki devleti olsun. Sülaleler ve yerel ağaların emrinde köleler ve ona hizmet eden uyuşturulmuş İslâmi değerler dizisi istismarı var diyecek derecede gerçekleri söyleyecek kalemlere ihtiyaç var. İslâm ülkeleri düşünce kuluçkalama veya akıl tutulması, idrak gerilemesi hastalığını atması için ne yapmalıdır? Sürekli düşüncenin kuluçkalama dönemini yaşayanlar bir türlü ötesine geçemiyor. Ama inanıyoruzki sancılı doğumlar bereketin ve sadre şifa verecek bir geleceğin de habercisidir. Bu düşünceler içinde diyoruzki Muhammed Hamidullah; belki de o bizden daha da iyimserdi. Konu ile ilgili Endonezce ve Japonca kaynaklar temel olmak üzere çalışmamızı sürdürdük. Felemenkçe bilmediğimizden çalışmanın bu tarafı aksak kaldı. Ancak Japonca kaynaklardan şunu anladıkki Japonlar gerçekten ciddi ve kümeler halinde sürdürdükleri çalışmalarla çok iyi organize olup, işbölümü yapıyorlar ve konuların bilimsel yönünü irdeleyip Japonca’ya kazandırıyorlar. Türkiye bu konuda maalesef geri kalmıştır. Bunun da kanımızca en önemli nedeni İslam dini temelli katı bir yaşam zihniyeti ve içinde insan olmayan bir yaşam tarzı kadar birbirimize güvenmemekten ileri gelen bir durumdur. Birbirine güvenemeyen toplumlar haliyle millletleşemiyor ve sonuçta uygulamada adam kayırma ve istismar ardından geliyor. Yapacağımız iş basittir. Örgütlerimiz, kurumlarımız vardır. Ama markamız yoktur;  ilkelerimiz yoktur çünkü. Kağıt üzerinde herşeyimiz vardır. Evet, özerkliği incelerken kendi eksiklerimizi de gördük ve anladık.

       Önyargılarımızı terkedersek şunu söyleyebiliriz: İslâm adına konuşan veya yetkisi olanların da vicdan ve insaf dininden ümidimizi iyice kestiğimiz şu günlerde “insanlar artık camiyi de sorguluyor” diyen kardeşlerimize “ahlâkın sağduyusunun geç birikip yığıldığını” milletin ortak aklına girenin de dışarı çıkmasının zor olduğunu söyledik. Tek ümidimiz halkın şaşmaz sağduyusu ve “İslâm’ın şartı beş, altıncısı insaf” diyen atalarımızın maşeri vicdanını taşıyan sıradan müslümanın düşüncesi ve idraki, havsalasındaki heyecan ve hareketlenmedir.   İslâm’ın şartı beş deyip de altıncısı insaf diyemeyen din münevverlerini artık kaale almamanın zamanı geldi de geçiyor. Yaklaşık 5 yıldır Endonezya üzerinde yaptığımız çalışmalardan şunu iyice anladık: Endonezya üzerinde çalışmak bir yüzlerce Yerel Lisanla (Bahasa Daerah) birlikte yeşeren bir Endonezya terminolojisi; hatta içinde kökenbilim, dil felsefesi olan Japonca, Felemenkçe ve Endonezce’nin mutlaka gerekli olduğu bir çalışma alanıdır. Bir de lisan ve terminoloji alanının yanısıra 5.000X2.000 km. ebadında Pasifik Okyanusu’nun güney doğu kıyısını tabir caizse Asya kıtasının ayaklarının yanında 12 denizli 15 binden fazla adanın işgal ettiği coğrafyasının büyüklüğünü de ilave edersek terminoloji gerekliliğinin arka pilânını görürüz. 

Büyük Endonezce Sözlük (KBBI) veya sanal ortamda www.artikata.com Kenji Matsuura, Japonca-Endonezce sözlüğü esas alarak kavramlar üzerinde durduk. Biz her zaman din kardeşi olmamız hasebiyle de samimi ve içten bazen akademik havadan uzak yürekten gelen bir duygusallık içinde yazılarımızı kaleme aldık. “Bilim adamının tasarladığı memleket bu Dünya’da yok” diyen Japon atasözünün de insafına sığınarak zaman zaman aşırı, eleştirel ve olumsuz bir tavır takınmamızı da siyaseti sevmeyen kişiliğimizle uzlaştırdık. Endonezlerin Türk Milletine Güneydoğu Asya adalarından daha yakın bir ruh coğrafyası içinde olduklarını da anladık. Coğrafyalar uzak ama ruhlar yakın. Her ne kadar yerden uzak olan yardan da uzak olur atasözünün işaret ettiği istikamet ile çelişse de İslâm sözcüğünün özellikle kadın-sanat gibi iki kavramın çerçevelediği zihniyet açısından Türklere numunei imtisal olabilecek kardeş-millet olduklarını da anladık. Satırların yazarı Türklerin Endonezlerden öğrenecek çok ama çok şeyleri olduğunu onlarla işbirliği yapmanın her iki millet için nefes borusu kadar da önemli olduğunu 5 yıl içinde her geçen gün artan bir iştiyakla idrak etmiştir. Başkent Cakarta’ya 45 km. güneyde kalan Batı Cava, Bogor İlçesi, Parung Kasabası’na 6 km. kadar güney batıda Waru Caya Köyü’nde yazmaya başlayıp Samsun İlkadım’da bitirdiğimiz yaklaşık 4 yıllık çalışmanın ürünü olan kitabın birinci cildini eksiklikleriyle beraber okuyucularımızın hoşgörüsüne bırakıyoruz. İtiraf etmeliyizki ekip olamadığımızdan tek başımıza bu kadarını başarabildik. Ancak Türkçemize kişisel gayretlerimizle kazandırdığımız bilgi ve belgeler için de mutlu olduğumuzu kaydedecek elimizde kudret olduğu müddetçe Endonezya’yı Türkiye’ye kazandırmak için çalışmalarımıza devam edeceğiz.       

    Son olarak özellikle vurgulamak istediğimiz şudur: yanlışlarımız ve hatalarımız olabilir. Bunu okuyanların vicdanına bırakıyoruz. Ancak Endonezya konusunda yazan din satıcılarının kuyruklu yalanları yoktur, satırlarımızda. Bunu garanti ediyoruz. Şu kitabın satırlarının sorumluluklarını yüklenip Allah’ın huzuruna çıkarız. Sadece bu açıdan bile her üç müslümandan bir tanesinin Endonez olduğu şu Dünyada Endonezya’yı tanımak boynumuzun borcudur, diyoruz. Selâmlar, ülkemden çıkacak İslâm ıslahat hareketine. Selâmlar, akılcı ve insan merkezli müslümanlara.     

Ali Osman Muş

18.06.2015, Samsun

 


[1] Müze ifadesini Nagoya Üniversitesi Profesörü Shimada Yuzuru’dan alıntıladık.